Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mələk

Nasıl ki güzel sözler söylendiğinde muhatap olunan kişi gülümsüyorsa, bedeni ve ruhu duyduğu güzel sözlerden hoşlanıyorsa, tarifi imkânsız bir güçle içi doluyorsa aynı şekilde kalp kıran kara sözler de kişi üzerinde içsel ve bedensel olarak birtakım olumsuz etkilere neden olmaktadır.
Reklam
Ulu’lar (ejderhalar) birbirine kardeştirler. Nasıl ki kardeşlerin her birinin karakteri farklıysa Ulu’ların da böyledir. İlkbahar Ulu’sunun adı Ças’tır. Yaz Ulu’sunun adı Çay, sonbaharınki Güz, kışınki Kış... Ças: Evin küçük kız kardeşidir. Neşelidir, ancak çabuk küser. Heyecanlıdır, aktiftir ama hareketliliğinin bir amacı yoktur. Sıcaklık vermez. Fakat çok şirindir. Çay: Evin küçük erkek kardeşidir. Korumacıdır, canlıdır. Sıcaklık verir. Aktiftir ama küçük kardeşine nazaran amaçlıdır. Enerji doludur. Gerektiğinde ve yerinde kullanır enerjisini. Cesur ve güvenilirdir. Güz: Evin ablasıdır. Olgundur. Evde kalmış gibi bazen camdan bakar. İçedönüktür. Bir an neşeliyken bir an hüzünlü olabilir. Ağlamaklıdır. Kış: Evin büyük ağabeyi gibidir. Tembelliği ağır basar. Heybetlidir ancak gerektiğinde ayağa kalkar. Çok uyur. Dingindir ve hiç sinirlenmez.
Kadınlar Ay’ın gücüne fazlasıyla bağlıdırlar. Ay’ın sihri kadınları her ay yeniler ve onları yeniden doğurganlaştırır. Eski kanı atıp yenisinin oluşmasını sağlar. Bu muhteşem bir güçtür. Erkekler de güneşe bağlıdırlar. Bu nedenle güneşin sihri erkeklerin sperm sayısında ciddi oranda yükseliş sağlar. Kış mevsiminde erkeklerin cinsel gücünde azalma olmasının nedeni güneşin uzaklaşmasıdır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İntihar etmiş olanların ruhu, gözün görebildiği yere kadar kupkuru bir çölde durur. Ne bir adım öne, ne yana, ne geriye adım atabilir ve bu sonsuza dek bu şekilde sürüp gidebilir. Bu yüzden intihar edenler iki kez ölmüş oldukları için her daim “ara” boyutta kalırlar. Çünkü ne dünyadaki işleri bitmiştir ne de atalarının katına geçmeye hazırdırlar. Denizle kum arası, evin içiyle dışı arası, ülkeler arası, gökle dağ arası gezip dolaşırlar. Boyutlar arası gezebilen Şamanlar çift ölmüş kişiyi bulamazlar, çünkü Şaman’ın gezdiği boyutların bile arasında gezer çift ölmüş ruhlar. Bu ruhlar bir süre sonra artık tamamen gücünü yitirmeye başladığında yeraltının hizmeti altına girerler çünkü ruh bilincini tamamen yitirmiştir. Bu nedenle intihar edenlerin mezarı, kıyafetleri ve eşyaları, yaşadığı evin çok uzağında kimsenin bilmediği bir yere, yüzleri yere dönük şekilde gömülür.
Büyü yapılan kişiye karanlık varlıklar sadece tesirde bulunabilirken yapan kişiyi doğrudan ele geçirirler. Eğer ki kötü ruhlar büyüyü yaptıran kişiyi ele geçirmemişlerse, bu dünyadan göç ettiğinde, kimlere ne büyüsü yaptırdıysa, o büyülerin her biri ruhuna yüklenir. Yüklenen büyülerin enerjileri o ruhun gerçeğini şekillendirir ve ona cehennemi getirir.
Reklam
Kadim çağlarda birbirine dargın erkek arkadaşlar birlikte ava gönderilirlerdi. Bu aslında kurtların uyguladığı bir yöntemdir ve kadim çağlarda insanlar da aynı yöntemi kendi hayatlarında kullanmışlardır. Dargınlar eğer iki kadınsa birlikte yan yana halı dokumaya oturtulurlar ya da birbirlerinin çocuklarına bakarlardı. Bu tarz töre gelenekleri günümüzde Anadolu’da halen uygulanagelse de şehir yaşamında pek çok insan böylesi birleştirici uygulamalardan maalesef uzak kalmaktadır.
Birçok kişi ölünün ardından kurban kesme geleneğini uygular. Hayvanlar arı olduklarından gidecekleri yer bellidir. Ölen kişi de bu durumda yolunu kaybetmesin diye kurban kesilen hayvan ona yol arkadaşlığı ederek, göçen kişinin ruhunu gökyüzüne götürür. Eski Türk destanlarında bahsi geçen atıyla birlikte gömülme ritüelinin nedeni budur.
Eski zamanlarla işkence yöntemi olarak kullanılan falaka, aslında Şamanlar tarafından küçük bir farkla sıklıkla tercih edilen bir gölge dağıtma ritüelidir. Bu uygulamada kalın sopa kişinin doğrudan ayak tabanlarına değil, ayakların arasına sıkıştırılmış ve bir duvar görevi gören tahtaya vurularak gerçekleştirilir. Tahtaya vurmak içerideki karanlık gölgeleri püskürtürcesine dağıtır ve kişi kelimenin tam anlamıyla kendine gelir.
Fazla oyuncağı olan çocuklar büyüdüklerinde de her şeyi bir ihtiyaç olarak algılayıp zorunluluk duygusuyla satın alma eğiliminde olurlar.
Bebek anne sütünü en az iki en fazla üç yıl emmelidir. Üçüncü yaşını doldurduğunda sütten kesilmelidir. Bu da yeni bir çocuk doğurmak için en az üç yıl beklemek gerektiği anlamına gelir. Süt vermek kadını sürekli yeniler. Böbreklerini ve doğurganlığını diri tutar.
Reklam
Bebek yıkandıktan sonra onu kayın ağacından yapılmış beşiğe yatırmak gerekir. Kayın ağacı yaratanın dünyaya ilk ve bizzat kendinin diktiği ağaçtır. Bu ağaçtan insan ırkı doğmuştur. Kayın ana kavramının kökü de buna dayanır. Hayat ağacı olarak da görevli olan kayın, gökyüzünden dünyaya gelen ruhlar için bir aracı görevi görür. İnsanlar göçtüklerinde yine onun içinden geçerek göğe varırlar. Kayın bu vesileyle bebeği göğe bağlı tutar. Onun ruhani tarafını güçlendirir. Bebeğin beşiği de bu nedenle havada asılı olmalıdır. Böylece bebek uykusunda göğe emanet edilmiş de olur.Bebek yatırılmadan önce yatağın ağacına süt ya da tereyağı sürülmelidir. Yatağın iyesi bu sunuyla beslenmiş olur. Bebek yatağa yatırılırken ona “Ulu kayın emanetisin! Yine ona emanetsin!” diyerek fısıldanır. Bebeğin kulağı hafifçe çekilerek yatağın tahtasına vurulur. Vurma işlemiyle yatağın iyesi uyandırılır, bebeğin kulağı yani söz dinleme yetisi yatağın iyesine devrolur. “Beşik iyesi güçlüdür, uzatır seni! Beşikten taşarsın, çınar eder seni!” denir. Ardından “Oo-oo-oo-o! Ee-ee-ee-e” sesleriyle ninni söylenir. Bu iki ses ağaçların büyürken çıkardığı sestir. Kökler uzayınca “Oo”, dallar ve gövde uzarken de “Ee” sesi çıkar. Kadim atalar bu nedenle “o” ve “e” seslerini ninni olarak mırıldanmayı daha uygun bulmuşlardır. Ayrıca bu sesin yardımıyla, nasıl ki ağaçlar köklerinden birbirine bağlı oluyorlarsa, çocuk da ailesine bağlı yetişir.
Tü tü tü: Çok eski zamanlardan beri kullanılan köz savunmalarından biri de tükürür gibi söylenen “tü tü tü” sözüdür. Üç defa tükürmeyi temsil eder. Günümüzde de sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Buna göre közlerden çıkan yıkıcı ateşin ve ısının hedefe ulaşmadan evvel tükürükle söndürülmesi sağlanır. Mesela çocuk seven eski insanlar “tü tü tü” diyerek çocuğu kendi közlerinden korumak için bunu yaparlar.
Gözden bir ısı yayıldığı bilimsel olarak da tespit edilmiş ve bu ısının tahribat gücü de pek çok deneyle sınanmıştır. Bilim dünyasında gözün gücü üzerinde incelemeler yapan “psikokinezi” adlı bir bilim dalı da mevcuttur. Gözlerden çıkan elektromanyetik dalgalar sayesinde, bakışın yöneldiği yerde bir süre sonra yükselmeye başlayan ısı ölçülebilir düzeydedir.
Köz sadece dışarıdan ikinci bir şahıs aracılığıyla değdirildiği gibi, kişi kendi kendine de köz değdirebilir. Kendine acıdığında, kendini değersiz gördüğünde, bedenini beğenmediğinde ve aynaya çok sık baktığında kendisine köz değer. Aynaya vuran enerji ister olumlu ister olumsuz olsun, bakan kişiye geri yansır. Aynalar közü büyütür, ikiye katlar. Öz Türkçede aynaya bu özelliğinden dolayı “közgü” denir. Yani köz veren...
Geceleri aynaların üzeri siyah bir bezle örtülmeli ve mümkünse yatak odalarında ayna bulundurulmamalıdır. Aynalar gündüzleri güneşin hâkimiyeti altında olsalar da geceleri cansız âleme geçiş kapılarıdır. Bedensiz varlıkların insanları gözetlediği bir araç haline dönüşürler ve bedensiz varlıkların da közleri vardır. Onların közlerine maruz kalmamak için aynaların üzeri geceleri örtülmelidir. Ayrıca aynalar her şeyi ikiye katlar. Gücü de ikiye katlar, zayıflığı da, yorgunluğu da... Yatağa yorgun yatıldığında onu gören aynanın karşısında iki kat yorgun görünür. Sabah yataktan daha yorgun bir bilinçle çıkılır. Bu yüzden yatak odasında ayna bulundurulmamalıdır ya da üzerine siyah bir örtü örtülmelidir.
4.043 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.