İlk romanların kaçınılmaz otobiyografik örneklerinden biri olsa da mümkün olduğunca bir gizem romanı yaratma isteği duyan yazar sanki bir nevi gelecek romanları için pratik yapıyor gibi rahat, uzatarak ve hikayeyi belli bir merkeze oturtma kaygısını pek gütmeden yazmış. Romanını yazarken daha çok orta sınıftan, yazarın kendisinin doğrudan bir izdüşümü olarak okunabilecek bir karakterin zihinsel yanılsamalarını ve bunu yaratan teatral ada hikayesinin gizemli ve tuhaf atmosferini yazabilme endişesi içinde John Fowles. Bir roman yaratabilme alıştırmalarının bilmem kaçıncısı olarak tanımladığı bu romanı onu edebî açıdan tatmin etmemiş. Buna şaşırmamak gerek. En çok satan romanında paragraflar uzadıkça uzuyor. Romanlar bilinçli veya bilinçsiz olarak bir merkez etrafında döner; Büyücü de bir ana merkez ve onu döndüren küçük merkezlerle kurulmuş bir roman olsa da bu merkezler bütünlüğe kavuşmada hep gecikiyor. Metinlerarası bağlantıyı Fırtına ile kuran roman, bir Shakespeare fantazisi yaratma çabasında. Bu başlı başına farklı ve yaratıcı bir düşünce olsa da bu fantazi bir zaman sonra yazarın fazla ayağına dolanmış gibi. John Fowles da bu romanı pek dert etmemeyi öğrendiğini söylüyor. Roman yaratma tutkusunun önemsenecek bir örneği olması nedeniyle romanı okurken büyük keyif almasam da ona dair hatırladıklarımda acımasız olmayacağım.