Genelde, sevdiğimiz kişilerde kusur görmeyiz ya da göz ardı ederiz. Düşmanımızın ise en küçük hatasını bile fark eder, hatta doğru yaptığı şeylerde bit yeniği ararız.
Bu durumu Dostoyevski şöyle ifade eder: “Ne garip değil mi? Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.”
Peki neden? Neden sevdiklerimize ve düşmanlarımıza karşı objektif olamayız? Sevmek, kalbin fiilidir ve duygular içinde en başta gelenidir. İnsan, sevmek istediği gibi sevilmek de ister. Hatta bu ikisine muhtaçtır. Kişi, sevgisini yönelttiği kişilerde hata görmek istememesinin ana sebebi öncelikle hayal kırıklığına uğramamak ve yanlış kişiyi sevdiğini fark etmek istememesidir.
Bu sebeple sevdiğimiz biri yalan söylese bile bunun bir sebebi olduğunu düşünür ya da söz konusu yalanın olumlu taraflarını görmeye çalışırız. Olumlu bir yanı yoksa bile varsayarız.
Sakın bunun sebebinin sevdiğimiz kişinin değeri olduğunu zannetmeyin. Değer, bizim ona verdiğimiz sevgiden kaynaklanır. Yani sevilen kişinin değerini seven belirler ve sevilenin her hatası aslında sevenin hatasıdır. İşte bu yüzden sevdiklerimize toz kondurmak istemeyiz. Çünkü dünyevi sevgilerin bencil bir yönü vardır.
“Hafıza-yı beşer nisyan ile malûldür” denilmiştir. İnsan, beşeriyetini aşıp âdemiyetine yükselmeyince kendisine yapılan bir iyiliği, ihsanı, ikramı da unutur.
Ebû Yezid Bestamî hazretleri de ilm-i ledün sahibinin farkını şöyle açıklar: “Unuttuğu zaman cahil olacağı için kitaplardan bir şeyler ezberleyen kimseye âlim denilmez. Gerçek âlim okumadan ve ezberlemeden dilediği anda Rabbi’nden ilim alabilen kimsedir.”
Kur’an-ı Kerim, kalplerdeki küfür, şirk, nifak, şüphe ve diğer bütün hastalıklara şifadır. O’nunla tanışmadan, hemhal olmadan kalplerin itminana ulaşması, sıhhate kavuşması asla mümkün değildir.