Karanlığı soluksuz izliyorum. Zifiri, göz gözü görmez karanlığı... Birkaç bira, birkaç yük treni ve birkaç dramatik hatıradan sonra karanlığa benzemeye başlıyorum ve karanlığın gözüyle bakıyorum yaşama.
belleğimin hangi uğursuz kuytusundan çıktı geldi bilinmez; ölüleri hatırladım. yarım kalan hayatları saydım. şehir hâlâ soğuktu, güvercin cesetlerini belediyenin temizlik ekipleri toplardı SSK İş Hanı'nın önünden. Burak kapıyı tıklatıp sakince girdi odaya:
"aga iyi misin?"
"yoo, ne münasebet!?"
Tatlı bir esinti, bir gülün dalında selamı, belki sokakta patlak verecek bir kavga; kim bilir belki de tatsız bir ölüm beni yabancılaştığım hayata geri döndürebilirdi.
Karanlığı soluksuz izliyorum. Zifiri, göz gözü görmez karanlığı... Birkaç bira, birkaç yük treni, birkaç dramatik hatıradan sonra karanlığa benzemeye başlıyorum ve karanlığın gözüyle bakıyorum yaşama.
Çalkantılı, aksak bir masada kahvaltımız oluyor, annem gülümsedikçe genişliyor masa. Mutfak kapısına kadar uzanıyor aksak köşesi. Annem, "baba" çiziyor bardaklara. Pos bıyıklı, dünyanın en güçlü babaları. Böyle hatırlanıyor tüm iyi babalar.