Mevlânâ, Yunus, Fuzûlî, Şeyh Galib gibi. Bu şairler, şairden fazla bir şeydirler. Onların şiirinde, öbür şairlerinkinden ayrı bir tad vardır ki, bu, riyazetin, ruh çilesinin, namaz ve orucun kattığı bir taddır belki de.
1960 ve 1970'lerdeki kalem kavgaları: 1960'ların başında Atsız Orkun'da ve Millî Yol'da yazmaktadır. Bedii Faik'in 18 Şubat 1962 tarihli Dünya gazetesinde, 1944 olaylarından bahsederek Atsız ve arkadaşlarını Naziler safında savaşmak üzere hükümeti ele geçirmekle suçlaması üzerine Millî Yol'un 6. sayısında (2 Mart
Mevlana ilim kapılarında kalmaya razı olmadı. Aşk yolunda ilerlemeyi seçti.Bütün öğrendiklerini geride bırakmaya razı oldu.Eleştirilmeyi de, dinsizlikle yaftalanmayı da göze aldı. Ama aşk yolculuğundan vazgeçmedi. Çünkü biliyordu ki aşk insanı yakar ama yanmak da ruhu olgunlaştırır.Bu yüzden "Hamdi, piştim, yandım" demiştir Mevlana aşk yolunu yürürken.
"Hepimiz sevgi ve yaratıcılık ile gelişmek, içsel doğamızı keşfetmek isteriz ama genelde başaramayız. Kendi yarattığımız hapishanelerde yaşıyoruz. Ancak bazı insanlar, hayatı bu kadar kısıtlayan kuralların ötesine geçebilmiştir.
Bakın Mevlana Celaleddin-i Rumi ne diyor: ''Koşullanmamış ruhsun, koşullara hapsolmuş·, tutulan güneş gibi..''
Goethe, görüp hayran olduğu sûfî şairlerden Mevlânâ, Şadi, Hâfız ve Câmi’den hareketle şöyle yazar:
Doğu ile Batı artık birbirinden ayrılamaz.
Yazısını şu tespitle bitirir:
İslam Allah’a boyun eğmek demekse
Hepimiz İslam üzere yaşıyor ve ölüyoruz .
Ve Goethe şunları da yazar:
Kur’ân yaratılmış mıdır?
Bilmiyorum.
Onun kitapların Kitabı olduğuna ise
Tıpkı bir Müslüman gibi inanıyorum.**
Sayfa 242 - **Goethe, Doğu Batı Divanı, Aubier Yayınları.Kitabı okuyor
"Çünkü aşk, hayatın asıl özü, esas gayesidir. Mevlana'nın bizlere hatırlattığı üzere, gün gelir, herkesi, ondan köşe bucak kaçanları bile, hatta" romantik" kelimesini bir suçlama gibi kullananları dahi kıskıvrak yakalar aşk"