Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mücahit Glimmer

Mücahit Glimmer
@mucahitglimmer
33 okur puanı
Şubat 2019 tarihinde katıldı
Her şeyin tamamına erdiği akşam, bu derin ve saf mutlulukla göğün serin sükûneti arasındaki ahengin tadını çıkarıyordum.
Reklam
bana bakan ruhumun nekaheti müthiş bir büyüye ve huzura sahipti. Evet, ruhum hayata yeniden doğuyordu. Onu nasıl böyle hoyratça kullandığıma, incittiğime, neredeyse öldürdüğüme ben de inanamıyordum. Ve onu zamanında kurtardığı için Tanrıya hararetle şükrediyordum.
Artık temelli kısırlaşmış olduğunu sandığım kalbimde açan gecikmiş mutluluk çiçekleri meyve de verdi. Tanrı'nın lütfuyla, nice yaranın o yaşa özgü enerjiyle kendiliğinden kapandığı gençliğin lütfuyla iyileştim. Aziz Augustinus'un dediği gibi, iffetine kavuşmak baştan iffetli olmaktan daha zorsa eğer, ben gerçekten zor bir meziyete sahip olmuştum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eskiden bir bütün gün mutlu olmamı sağlayan şeyler, otları sarartan bir güneş ışını, yağmurun son damlalanıyla birlikte ıslak yapraklardan yükselen koku, hepsi tıpkı benim gibi, tatlılığını ve neşesini kaybetmişti. Ormanlar, gökyüzü, sular bana sırtını dönmüştü sanki, onlarla tek başıma yüz yüze gelip kaygıyla sorguya çektiğimde ise, bir zamanlar bayıldığım muğlak cevapları vermiyorlardı artık. Su sesinin, gökyüzü ve yaprak sesinin gelişini haber verdiği ilahi konuklar, sadece kendi içlerinde yaşayarak arınmış yürekleri ziyarete tenezzül ederler.
İrade sahibi olmayı arzulamak yetmiyordu. Gerekli olan şey, zaten iradesiz mümkün olmayan bir şeydi: Amaçlamaktı.
Reklam
annemin yokluğu daha da acı şeyler öğretti bana: İnsanın yokluğa alışabileceğini, artık acı çekmemenin insanın benliğini akıl almaz derecede sığlaştırdığını ve aşağıladığını.
Bütün bu ayrılıklar günün birinde yaşayacağım geri dönüşsüz ayrılığın nasıl bir şey olduğunu öğretiyordu ister istemez bana.
ağaçların yeşil tepelerinin arasından görünen gökyüzü o kadar tok bir mavi tonundaydı ki, sonsuza dek tırmanılabilecek bir göğün girişi gibi görünüyordu...
Seven kişi için yokluk, varlıkların en kesin, en etkili, en canlı, en sağlam, en sadık olanı değil midir?
"Bir soylu yürek durdu. "İyi geceler canım prens. Meleklerin ninnileriyle uyu son uykunu."* SHAKESPEARE, Hamlet
Reklam
Bundan böyle sizi asla göremeyeceğim, asla... ancak ruhum görebilecek sizi; bunun için de aynı anda birbirimizi düşünmemiz gerekir. Ben canınız isterse girebilesiniz diye ruhumun daima size açık olması için hep sizi düşüneceğim. Oysa davetli öyle gecikecek ki! Kasım yağmurları mezarımdaki çürütmüş, haziran güneşi yakmış olacak, ruhum her an sabırsızlıkla ağlayacak. Ah! Umarım bir gün bir yadigarın görüntüsü, bir yıldönümü, düşüncelerinizin akışı hafızanızı benim sevgimin yakınına götürür; o zaman sizi duymuş, görmüş gibi olurum, gelişinizi kutlamak için bütün çiçekler büyüyle açar. Bu ölüyü düşünün. Fakat heyhat! Bütün coskunluğuyla hayatın, gözyaşlarımızın, sevinçlerimizin ve dudaklarımızın yapamadığını ölümün ve sizin ağırbaşlılığınızın başaracağını umabilir miyim ki?"
"Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha Sürüp gidiyor günden güne küçük adımlarla; Geçmiş günlerimizse nice sersemlere ışık tutmuş, Ölüm yolunda toz toprak olmazdan önce. Sön, cılız kandil, sön! Hayat dediğin ne ki: Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede: Bir saat boy gösterip boyun kırıp gidecek! Bir daha da duyulmayacak artık sesi. Bir aptalın anlattığı bir masal bu: Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu."" SHAKESPEARE, Macbeth
İdam mahkûmu bağışlandığını öğrenince coşkulu bir mutluluk sergiledi. Ama bir süre sonra, sağlığı daha da düzelmişken, bu kısacık alışkanlıkla bile azalmış olan mutluluğun altından keskin bir endişe su yüzüne çıkmaya başladı. Hayatın iniş çıkışlarından kendisini koruyan, bu sarmalayıcı şefkat, zorunlu sükûnet ve serbest tefekkür ortamında, ölüm arzusu belli belirsiz içinde yeşermeye başlamıştı. Kendisi henüz bunun bilincine varmamıştı, ama tekrar yaşamaya başlama, alışkanlığını kaybettiği darbelere maruz kalma ve çevresinde sürekli gördüğü şefkat ve sevecenliği kaybetme fikri onu biraz korkutuyordu. Artık kendisiyle tanışmışken, denizde yol yol çizgiler açan tekneleri seyrettiği sarada saatler boyunca onunla sohbet eden, ona hem çok uzak hem çok yakın olan, içindeki kardeş yabancıyla tanışmışken hazza gömülmenin ya da hareketliliğe kapılarak kendinden geçmenin iyi olmayaca ğını da seziyordu belli belirsiz. Sanki ana vatanını yanlış bilen bir delikanlı misali içinde henüz tatmadığı yeni bir vatan aşkının doğduğunu hissedermişçesine ölümü özlüyordu; oysa ölüme doğru yol almaya ilk başladığında sonsuz bir sürgüne gidermiş gibi hissetmişti kendini..
"...Güneş batmıştı, elma ağaçlarının arasından görünen deniz eflatundu. Ufukta solgun, kurumuş çelenkler kadar hafif, pişman liklar kadar ısrarlı küçük mavi ve pembe bulutlar asılıydı. Tepeleri kilise pembesine teslim olmuş hüzünlü bir kavak sırası gölgelere gömülüyordu; güneşin son ışınları gövdelerine dokunmadan dallarını boyuyor, bu gölge korkuluklarına ışık çelenkleri asıyordu. Meltem denizin, ıslak yaprakların ve sütün kokusunu birbirine karıştırıyordu. Sylvanie kırları akşamın hüznünü hiç böyle bir tensellikle yumuşatmamıştı.
Çoktandır tasarladığı, ama bir sanat eseri misali defalarca rötuşladığı ölüm sahnesini hummalı bir kederle, hala içinde taşıdığı ama uzaklaştıkça şimdiden koparak belirsizleşip güzelleşen bu dünyaya ait imgelerle donatıyordu.
287 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.