İsrail'in, özünde seküler bir ideoloji olmasına rağmen dinî referansları siyasete malzeme yapan Siyonizm'in harcıyla kurulmasının ardından, Kudüs'teki altın oran da kayboldu. 1967'deki işgalle perçinlenen bu hoyratlığın açıklaması şuydu: Bölgeye dışarıdan gelen Siyonistler, Kudüs'ün ruhuna yabancıydı. Onun ne kuruluşuna ve gelişimine emek vermişlerdi, ne de önceki dönemlerine şahittiler. Ortaya koydukları kaba siyasi hedef, Kudüs'ü Siyonizm'in idealleri uğruna eğip bükmek, bölüp parçalamaktı. Oysa bu narin ve muhteşem şehrin kendine has bir dokusu ve yapısı olduğundan habersizdiler
'Hocanım beğenmişsindir memleketimizi? Bizi tanıtın Batı'ya, sadece terör yok burada, mum söndü ayinleri de yapmıyoruz.' Sîtemkar gülüşmeler, yarı şaka yarı ciddi
Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler yapacak, bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur.
İlk kitapta Çöl Gezegeni Arrakis’e küçük bir çocuk olarak gelen Atredies Hanedanı veliahtı Paul Atredies, Harkonnen Hanedanlığı’nın sonunu getirmiş ve imparatorun kızı prenses Irulan ile evlenip imparatorluğun başına geçmişti.
**
Dune serisinin ikinci kitabı Dune Mesihi’nde ise; Son yaşanan olayların üzerinden 12 yıl geçmiş Paul Atreides,
Anlam üzerine düşüncelerimi %100 değiştirmesede bakış açımı büyük ölçede değiştirdi. Kitap, anlam üzerine kaliteli deneyimler ve açıklamalar içeriyor. İntihar etmeden önce okumak lazım.
Tanrının dünyasında aynı şekilde dingin ve muhteşem bir hakikat vardı hep var olacaktı; yeryüzündeki her şey, ay ışığının geceyle birleşmesi gibi, hakikatle birleşeceği günü bekliyordu.
Doğaya müdahale etmek, doğanın dengesini bozuyor. Halbuki onun bir dengesi var, kendine ait bir ritmi var. O ritim ilahi bir ritim. Onun kanunu Cenab-ı Allah tarafindan konmuş. İnsan buna müdahale edemez. Etmemeli.
Bizler bu ritme uyarak yaşamalıyız. Bizim atalarımız, ceddi-
miz hayatı izleyerek, şahitlik ederek, şehadet ederek yaşadı-
lar. Şehri de böyle kurdular. Kendilerini de böyle imar ettiler.
Gönül aynasını pastan temizlediler. Dünyaya talip olmadılar.
Halbuki modernite tam tersini yapıyor. Her şeye hâkim olmak istiyor. Bence bu Abhaz hanımın sözü bize ait bir çevreciliğin de başlangicı olabilir. Bir Müslüman, tabiatın, hayvanın, diğer varlıkların kendisine emanet olduğunu ve onun doğasına karışamayacağının idrakinde yaşamalı.Her şey ilahî hikmetin muhteşem bir eseridir ve gideceği yer de topraktır.