Zamanında söylenmeyen elvedalarla, hakkıyla tutulmayan ve yeni yaşantılarla bastırılan yaslarla, üzerinden atlanıp da geçilmeyen çocukluk travmalarıyla velhasıl herkes kendi zehriyle zehirlenmiyor mu?
"Anlamadan inanmanın ve sormadan bilmenin mümkün olduğu gibi. Mucizenin basitte, şahanenin aleladede, zehrin panzehirde mündemiç olduğu gibi. Mutlak dilsizliğe gereksinen hakikatin yine dile muhtaç olduğu gibi."
Kelimelerle insan kendi hakikatinin tohumunu bir ötekinin zihnine, ruhun ekebilir mi? Onu kendi gerçeğiyle dölleyebilir mi? Sanmam. Kelimeler, bu zorlu işte görüntülerden ve hareketlerden daha kudretli gibi görünseler de onlar hakikati beceriksizce kovalayıp dururlar sadece. Dile geldiğinde hakikat; hakikatliğinder yitirir. Bir şeye dönüşür; bambaşka ve aslında hiç niyetlenmemiş bir şeye.
“Bırakmıyorlar ki kendi felaketimizi yaşayalım! Bırakmazlar ki herkes kendi felaketini yaşasın. Kendi zihninin dehlizlerine, kendi hafızasının koridorlarına dalsın!”