Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hukuk devleti nemize gerekti bizim? Bu gerçeği kavrayan yöneticilerimiz rahatça: - Bundan böyle ince demokrasiye paydos! diyebiliyorlardı. Onların gözünde önemli olan bir kere ele geçirdikleri iktidar yerine sımsıkı sarılmaktı.
Sayfa 401Kitabı okudu
Ulusal egemenlik dediğimiz büyük dava, Türk halkının ne dışarıdan ne de içeriden sömürülmeksizin, efendice yaşayarak çağdaş uygarlık düzeni içinde alnının teri ile ilerleyebilmesi amacını güdüyordu. Bu da yalnız ve yalnız devrim ilkelerini tüm benimsemek, onları millete mal etmekle gerçekleşebilirdi.
Sayfa 399Kitabı okudu
Reklam
Atatürk, “iktidar uğruna iktidar” ateşi ile yanıp tutuşan bir adam değildi. O iktidarı ancak bir ülkü uğruna isteyen ve kullanan bir büyük adamdı. Böyle olunca; topluma yön veren, toplumu felakete sürükleyen iç ve dış koşullarla savaşmak, onları yenip değiştirmek görevini daha ilk günü benimsedi, ölünceye değin de yolundan şaşmadı.
Sayfa 399Kitabı okudu
Demokrasiyi “Çoğunluk ne isterse o olur.” diye tanımlayan ünlü yazarlara rastlıyorduk. Bu yargının «bireye ait temel haklara saygı göstermek» şartını unuttukları için sayın yazarlarımız gerçekte demokrasiyi değil, demokrasi ile ilişiksiz, kalıp halinde donmuş, azınlığı ve bireyleri hiçe sayan Tanzimat öncesi Saltanat düzenini tanımlamış oluyorlardı. O düzene de çoğunluk yürekten bağlı değil mi idi? Kara kaplı kitap dışında bir özgür düşüncenin varlığını kabul ediyor mu idi o düzenin çoğunluğu?
Sayfa 397Kitabı okudu
Ceplerinde Sorbonne diploması taşıyan hukukçular: - Mademki çoğunluk öyle istiyor, o halde kız çocukları­nı ne demeye okula göndermeli? diyebiliyor ve bir kısım yurttaşların cahil kalmasını sağlayacak kanun tekliflerini Meclise sunmakta hiçbir sakınca görmüyorlardı.
Sayfa 397Kitabı okudu
Büyük çoğunluğu Doğu - İslam uygarlığı geleneklerinden henüz kurtulamamış, yüzde yetmişi ilkokul eğitiminden yoksun bir ortamda yurt gerçeklerini hiçe sayan, tüm biçimsel bir sistemle bir özgürlük düzeni kurulabileceğine inandık.
Sayfa 397Kitabı okudu
Reklam
Aynı AKP, aynı II. Mahvettin.
Ne demişlerse demişler, her halde bunlar kışkırtmışlardı Menderes'i. O da Başman'dan Teknik Öğretim Genel Müdürü’nü değiştirmesini isteyince, Uzel'in gerçek değerini bilen Milli Eğitim Bakanı haksız bir işlemi yapmamakta direnmiş, böylece hükümet içinde Başbakana karşı ilk kafa tutma olayı patlak vermişti. Çevresi, Menderes'i habire kurcalıyor, o da küplere biniyordu. Ne demekti? Koskoca bir Başbakan, bir genel müdürü değiştiremez miydi? Olur muydu böyle şey? Olurdu ya. Demokratik bir rejimde bir başbakan bir genel müdürü nedensiz olarak değiştirmesi için bir bakan arkadaşına ricada bile bulunamazdı. Başman, direndi, Menderes direndi. Sonunda birincisi Başbakan’a boyun eğmektense, hükümetten ayrılmayı yeğ buldu.
Sayfa 394Kitabı okudu
Menderes bu. II. Mahvettin değil!
Kimilerine ihsanlar dağıtırken, bakardınız, kimilerini tehdit eder ya da ezalar içinde kıvrandırırdı. Aynı kimse üzerinde çeşitli metotları arka arkaya denediği de olurdu. Karşısında birini direnir gördü mü, ona ima yolu ile bir şeyler vaadeder, bir sonuç alamazsa derece derece «hizaya getirme» tedbirlerine başvururdu. Bunlar arasında en etkililerden biri de adamın «yakışıksız» bir davranışına dair elinde bir delil bulunduğunu o adama duyurmaktı.
Sayfa 393Kitabı okudu
Başbakan Adnan Menderes, Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu program nutkundan birkaç gün sonra yine aynı kürsüde devrimlerden söz ederken, bunları “milletçe benimsenmiş olanlar ve benimsenmeyenler” diye ikiye ayırmış, devrimlerin bölünmezliğini savunan vatandaşlar hakkında «inkılap softaları» deyimini kullanmıştı.
Sayfa 364Kitabı okudu
Devlet Başkanlığı makamının partilerüstü bir niteliğe kavuşturulması hususunda muhalefette iken o kadar direnen Bayar, ne yazık ki iktidara geçtikten sonra, birçokları ile beraber bu ilkeyi de bir köşeye attı, unuttu. Resmen parti başkanlığından çekildi ama davranışları ile sonuna kadar koyu bir partizan olarak Çankaya'da oturdu, yüksek makamının kendisini zorladığı temel görevlerden hiçbirini yerine getirmedi.
Sayfa 381Kitabı okudu
Reklam
UNESCO'nun bir amacı da, anlaşıldığına göre, kimi solcu aydınlara burada bol ödenekli görevler bulup ağızlarını tıkamaktı. Böylelikle, Batı çevrelerinde bir hayli etkisi görülen Marksist edebiyatın hafifletileceği umuluyordu.
Sayfa 344Kitabı okudu
Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Pertev Boratav gibi değerli bilim adamlarına tahammül edemeyenler üniversiteyi bunlardan temizlemek için ha bire baskı yapıyorlardı. Büyük çaba harcadılar bu uğurda. Sonunda çoğunu kaçırdılar yurdumuzdan. Dışarıya gidenlerin her biri hür memleketlerde yerleşti, ora üniversitelerinde kürsü sahibi oldu.
Sayfa 320Kitabı okudu
Biz sol eğilimli bütün doktrinleri, hatta solcu­ hıkla ilişiği bulunmayan laikliği birbirine karıştırıyor, topunu birden Komünizm’e, Komünizm’i de Rus ajanlığına bağlıyorduk. Bunda o zamanki çoğu solcuların bilerek ya da bilmeyerek güttükleri politika da güçlü bir rol oynamıştı. Bu adamlar Moskova'yı bir Kabe sayıyorlar, dinsel bir görev gibi körükörüne Stalin'e ayak uyduruyorlardı.
Sayfa 318Kitabı okudu
Hiç bir politika adamı başkalarına bırakmak istemiyordu Atatürkçülüğü. Bakarsanız, her biri devrimlerin gönüllü savunucusu idi yurdumuzda. Ama ne var ki devrim ilkelerini herkes kendi anlayışına ya da kendi çıkarına göre yorumlamaya önem veriyordu. İlk zamanlar pek göze batmayan bu davranış birkaç yıl içinde öyle bir hal aldı ki vatandaş toplulukları karşısında «Yirmi yedi yıldır memleketi sömürdüler!» diye propaganda nutku çeken bir DP'li, birkaç cümle sonra Atatürk'ü göklere çıkarmakta hiçbir sakınca görmez oldu. Daha tuhafı, yirmi yedi yıllık yönetimi toptan kötüleyen bu sokak politikacıları, DP kurucularının da o yirmi yedi yılın sorumunu paylaştıklarını rahatça unutuyorlardı.
Sayfa 309Kitabı okudu
Memlekette eksik olan şeyin demokrasi ile parlemantarizm olmadığı bir daha sabit olmuştur. Eksik olan şey anlaşıldı: O başarılan istiklal ve inkılabı yaşatacak prensiptir.
Sayfa 298Kitabı okudu
333 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.