Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Geçmiş zamanlarda, önceki Türk imparatorlarının hükümdarlık dönemlerinde, bizim "hizmetçi" olarak adlandırdığımız peykler, giyimleri, gelenekleri ve yaşam şekilleriyle, şimdiki peyklerden çok farklıydı. Grek ve Asya antik çağlarından kalma örneklere uyarak yalınayak, ayaklarına ne bir ayakkabı ne de benzeri bir şey giymeksizin yürüyüp koşarlardı. Ayak tabanlarına, tıpkı atlar gibi nal çakarlardı. O denli kalın nasırları vardı ki, nal ve çiviler bu nasıra kolayca çakılabilirdi. Buna başlangıçta inanmam zor oldu; çünkü karşılaştığım peykler arasında böylesine hiç rastlamamıştım. Ama merakla bu konuyu araştırdım, bunu doğrulayan bir tanık buldum ve aşağıdaki resmi çizdim. O tanık bana, saraydan uzakta yaşayan bazı peyklerin bugün de aynı şeyi yaptıklarını anlatmıştı. Sonuçta, bunun gerçekliğine inanmam için, Edirne'de bir peyki bizzat kendi gözlerimle görmem gerekti. Ayak tabanı o denli kalınlaşmıştı ki, ucu epey sivri bir bıçak bile bu tabanı delip geçemezdi. Bir yandan tabanlarına nal çakarken, diğer yandan, atlara öykünürcesine, ağzında gümüş bir bilye taşıyordu. Bilyenin birçok noktasına delik açılmıştı. Bu sahne, size de, atın ağzına gem vurulmasını anımsatmıyor mu? Peki, tüm bunların amacı neydi? Ağızlarını ferah tutmak, tadının bozulmasını önlemek ve nefeslerini daha iyi kullanmak!
Sayfa 209 - Kitap Yayınevi
Nâl Neydi Ne Oldu
Divân şiirinde sevgilinin saçı, kâkülü yahut kaşı, şekil itibariyle nala benzetilmiştir. Nal, bilindiği gibi hayvanların ayağına çakılan, demirden mamul yarım halkadır. Bugünün şehirli gençliği ve sanayi toplumu neredeyse nal kelimesini kültürlerinden silecek noktalara gelmiştir, ihtimâl ki birkaç nesil sonraki şehirli insanların kelime hazinelerinde artık nala yer verilmeyecek, bu kelime lûgatlardaki arkaik kelimeler arasına karışacaktır.
Kapı