Bir insan nasıl anlar âşık olduğunu?” diye sordum bir gün dedeme. “Nefesini tut...” dedi gülümseyerek. “Anlamadım...” dedim. “Nefesimi mi tutayım?” “Evet...” dedi. “Öylece tut ve bekle.” Dediğini yaptım. Dayanabildiğim kadar soluksuz bıraktım kendimi. Saate bakmayı akıl edememiştim ama sanırım otuz saniye sonra iyice zorlanmaya başladım. Tam pes ediyordum ki, eliyle kapadı ağzımı ve burnumu. Neye uğradığımı şaşırdım. Ölecek gibiydim artık... Yüzüm kızarıyor, gözlerim doluyordu. Dayanılmaz bir hal almıştı nefessizlik... Sonunda çekti elini yüzümden. Derin derin solumaya başladım can havliyle. Bana bunu neden yaptığını anlayamıyordum bir türlü. Gözlerinin içine baktım soran bakışlarla. “Bunu bana neden yaptın dede?” dedim. “En çok neye ihtiyacın vardı az önce?” diye sordu sakin bir tavırla. “Tabii ki nefes almaya...” dedim. “Peki, ne kadar ihtiyacın vardı?” “Biraz daha nefessiz kalsaydım ölecektim.” Ancak bu yaşıma gelince ne demek istediğini anladığım bir cevap verdi dedem: “İşte bir gün birine nefes kadar ihtiyacın olursa ona âşık olduğunu anlayacaksın evlat.”
Gençlik, arzuları konusunda sabırsızdır; zamanı yiyip bitirmek ister, ama zaman geçmek bilmez. Gençlik izlenimleri canlı, taze ve sayısızdır ayrıca, böylece yıllar binlerce farklı şekillerde birbirinden ayrılır ve genç insan bir önceki yılı mekan içinde birbirini izleyen uzun bir sahne silsilesi olarak görür. Yaşlılık ise klasik tiyatronun değişmez sahnesi gibidir, basit bir yerdir, bazen her şeyi tek bir hakim faaliyetin etrafında toplayan, gerisini bertaraf eden tam bir zaman, yer ve hareket birliği, bazen de zaman, yer ve hareket yokluğudur. Haftalar, aylar birbirine benzer, hayatın monotonluğu sürer gider. Bütün bu imgeler tek bir imgede bütünleşir. Muhayyilede zaman kısalır. Keza arzu da kısalır. Hayatımızın sonuna yaklaştıkça her yıl “Bir yıl daha geçti! Ne oldu bu zaman içinde? Neler hissettin, gördüm, neler geçti elime? Geride kalan üç yüz altmış beş gün nasıl oluyor da birkaç aydan uzun değilmiş gibi geliyor bana?” der dururuz. Zamanın perspektifini uzatmak istiyorsanız, imkanınız varsa içini binlerce yeni şeyle doldurun. Heyecan verici bir seyahate çıkın, çevrenizdeki dünyaya yeni hayat nefesi vererek kendinizi yenileyin. Geriye dönüp baktığınızda yol boyunca sıralanan olayların ve kat ettiğiniz mesafelerin muhayyilenizde üst üste yığıldığını, görünür dünyanın bütün bu parçalarının uzun bir sıra oluşturduğunu ve yerinde bir ifadeyle söylendiği gibi, ömrünüze ömür kattığını fark edeceksiniz.
Reklam
"Bir şey daha var ... Ben nereden geldim biliyor musun Melih? Kimsenin beni tarif etmediği bir yerden geldim. Tek bir sıfat vermediler bana. Adımı koydular, sonra attılar bir tarafa. İsmail bunu iyi yapar, İsmail olsa şöyle der, diyen olmadı. Benimle ilgili hayal kuran kimse olmadı. Azıcık ya azıcık özenselerdi, salak gibi onların hortlaklarıyla yaşamak zorunda kalmazdım. Hala o hortlaklar sevsin istiyorum beni. Onlara sırtımı dönebilseydim, bütün varlığımla katılırdım sana. İğrenç bir eziklikle tutunmazdım! Şaşırdın di mi. Her sabah alacaklı uyanıyorum ben. Ne hak ettiğimi bilmeden hakkım olmayan her şeyi istiyorum. Sen bunu nereden bileceksin? İnsanın kendine duyduğu öfke var ya hayattayken çürütüyor oğlum! Nefes alabilmek için her şey o öfkeye benzesin istiyorsun. O öfke kadar berbat, o öfke kadar leş, o öfke kadar yıkıcı olmak istiyorsun. Seni doğurdular, beni dünyaya tükürdüler. Her boka kafan basıyor madem, bu kadar büyük farkı niye göremiyorsun!"
Sayfa 112Kitabı okudu
YAŞANMAMIŞA HASRET ESERİNDEN
‘Uzak diyarlara bir daha geri dönmemek üzere göç eden seni nasıl oluyor da ben bile bile halâ böyle umut içinde bekliyorum ? Bir gönüle giren nerede olurda olsun ne kadar uzakta olursa olsun o gönül sahibinin uzağında değil en yakınındadır. Yüreğindedir çünkü. Zihninde mıh gibi çakılıdır. Her nefes alışında sevdiğinin ismini söyler. Duyan olmaz,çünkü ses dudaklarından değil kalbinden çıkar. Evet aradan yıllar geçmiş olmasına sen gözlerimden çok uzakta olmana rağmen ben hep seni düşünüyorum kalbim her an ismini sayıklıyor. Çünkü ben seni çok sevdim. Artık uyanmak,bildiğim,fakat kendimi kandırdığım yalanlardan vazgeçmek zamanı. Sen asla gelmeyeceksin. Sana Kumandan’ın sözüyle veda ediyorum: “Elveda! Yaşanmamışa duyduğum hasrete.” ‘
Sayfa 142Kitabı okudu
Öfkemi kusamıyorum, hıncımı alamıyorum, daha da beteri, tek başıma sızlanıyorum. Yanı başımda ne bir ses ne bir nefes. Benim için dökülen gözyaşı yok. Bir hıçkırık duyulmuyor benden yana. Kalakaldım kederimle, öfkemle baş başa.
Annemin bir tek kızı olmuş. O da Bolu'da doktor­suzluk nedeniyle difteri hastalığından ölmüş. Adı Hil­kat'mış, beş yaşında imiş. Annemle teyzem onun fotoğ­rafını çıkarıp zaman zaman ağlarlardı. Ölmezden bir-iki saat önce üzgün olan annemle babamı, "Anneciğim üzülmeyin, bakın ne güzel nefes alabiliyorum" diyerek teselli etmeye çalışmış.
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.