Kitap okurum:
içinde sen varsın,
Şarkı dinlerim:
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim:
karşımda sen oturursun,
Çalışırım :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
Nâzım Hikmet
Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
Bir çekmece
Bir yüzük,
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
Fırlayarak yerimden
Penceremde demirlere yapışarak
Hürriyetin sütbeyaz maviliğine
Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
Çayı deminden anlarsın, yâri ise ayrılık vakti boğazında bıraktığı düğümden; bu yüzden beklemek değil bizimkisi demlenmek ve biliriz ki birbirine kavuşanlar değil ancak muhabbetle demlenenler aşka ulaşabilirler çünkü bazı şiirler hatırlamak için değil, unutmamak için yazılır.
Demlenmek yavaşlamaktır biraz; içine kazımak, silinmez bir kalemle
Ne güzel şey hatırlamak seni:
Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında
Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının..
İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti..
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından…”
“O, saati sordu.
Paşalar : ‘Üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlıyacaktı…”