"Herkes yarasına tuz ekildiğinden dolayı feryat ediyor, Bense dudaklarında ki tuzluluktan ayrıldım ya bu yüzden feryat ediyorum...!
Her Güzelliğin bir sonu var, ordan ötesi yoktur artık... Halbuki; Senin Güzelliğin Sonu da aştı, haddi de ey Sevgili....
Gel, Nuh'sun Sen, Bizse tufana dalmışız; Nuh'un gemisi korkulu günler için hazırlanmadı mı?....
Gel, Sen Musa'sın, Kötülük denizini yar da işi gücü kötülük olan Firavun boğulsun gitsin....
Gel, Sen Davut'sun, zırh yap; canımızı kötü insanlardan koru...
Gel, Sen İsâ'sın, ölümüzü dirilt; Gel, Deccâl'ın gözünü defet bizden....
Gel ey zevke, neşeye yardım eden, gel... Gel ey sıkıntıları gideren, kilitleri, tüm Kapıları açan, gel...
Ey dileği canlarda tüten, Aşkı gönülleri zapteden, Esenlik sana. Ey ucuza kul köle satın alan, Esenlik sana...
Sinek kovmayı bilmeyenin eli varmış; Neye yarar? Tembellikten tahtakurdu bile o çeşit adamın gözüne kaplan görünür...
Lûtfeder de Dünyaya bir kerecik bakarsan, Taş bile terler, su kesilir de, Fırat ırmağı gibi yüzlerce ırmak akıtır gider...
Lûtuf bakışın dağa taşa düşse hepsi de Altın olur, Dünya da bir tek taş yok mu, Hani nerde derler...
Moğol, dünyayı savaşla yıktı amma yıkık yer de senin definen olur, ne diye gönlümüzü sıkalım, ne diye daralalım?...
Ey Sevgili...! Lâyık mıdır ki, Senin gibi bir Güneş varken Bu Yeryüzünde bir Gölge bulunsun? Bir Gece doğsun Sen gidince... Cehennemdir bu, Zulümdür Bu.. Yazık...."