...ve bayılmak şuurun kapanması. Ölüm hissi ve karanlık, zifiri karanlık. Ölüyor muyum? Öldüm mü acaba? Böyle ölmüş olamam... Hayır, bu şekilde bitmiş olamaz... Sapsarı bir gezegende uçuşan koyu karanlık simsiyah devasa noktalar. Havada asılı duruyorlar. Tamam ama burası neresi? Nefes alıyorum. Öteki tarafın kayıp koridorlarından birine benzeyen bu yer de neresi? Sarı noktakar çaplarını genişleterek beyaza dönerek büyümeye başlıyorlar. Şuurun açılmaya başlaması anı. Yeniden hayata döndüğünü anlamanın gerçekliğinin sinir bozuculuğu...
"Atatürk Çankaya'dan otomobiliyle çiftliğe sık sık gider gelirdi.
Bir gün Çankaya'dan çiftliğe giderken yol üzerinde Gazi Mektebi'ne de uğradı.
İşte o gezintilerinden birinde bizim Gazi Mektebi binası önünde durdu.
Hocamız Hamdi Nazım Bey, yaşlı ve muhterem bir zattı.
O gün hocamız başka bir sınıfta ders veriyordu ve bizde öğretmen
“Ay:
- Selam Küçük Kara Balık. Sen neredeydin, şimdi burası neresi?
Balık:
- Dünya seyahatine çıktım.
Ay:
- Dünya çok büyük. Her tarafı dolaşamazsın.
Balık:
- Olsun; gidebildiğim kadar gideceğim.”
Kara Balık öğle olana kadar gitti.
Artık dağ ve vadi bitmişti ve ırmak dümdüz bir kırdan geçiyordu.
Sağdan soldan birkaç küçük çay da ırmağa katılmış ve su bir o
kadar çoğalmıştı. Kara Balık suyun çokluğundan zevk alıyordu.
Birden kendine geldi ve suyun dibinin olmadığını gördü.
O yana gitti, bu yana gitti, hiçbir kenara ulaşamadı.