Dışarıda kar yağıyor. Odamız sıcak. Her taraf karmakarışık. Yerler sigara külü içinde. Masanın üstünde mandalina kabukları var. O resimli mecmuaya dalmış, ben onun yüzüne dalmıştım. Bir saadet denizi içinde felâketlerden kurtulmuş perişan bir sandal gibiyim. Yelkenler paramparça, sandal su içinde. Hayır, sandalcı gibiyim. O, ömrümde bir daha tutamayacağım, seyrine doyamayacağım bir deniz mahlūku gibi. Yosun ve deniz kabukluları kokuyor. Onu bana getiren sebepler ne olursa olsun, bu battaniyenin üstündeki resimli dergiye dalmış harikulâde netice, beni dostluklara, sevdalara, yirmi yaşlara, sıhhatlere ve saadetlere, arkadaşlıklara ve huzurlara salan netice, karşımda işte. Daha ne isterim.(Battaniye)
Trikopis'in de soracağı bir sual vardı. Nitekim birkaç gün önce esir edilen dört Yunan generalinin de, ilk sorgulardan sonra ve karşılarındaki basit kıyafetli zatın kim olduğunu sorup da onun Mustafa Kemal olduğunu öğrendikleri, yani cephenin bu kadar ileri bir noktasında bir Başkumandan
Nihat Beyin ilk aldığı esir partisi, 25 üstsubay, birçok subay, 1.000 kadar erdi. Bunlar, 23. Tümen karargâhına gönderildiler. Tümen karargâhı, Uşak'ın 7 kilometre kuzeyinde, çamlık bir tepede bulunuyordu. Hava soğuktu. Üst rütbeli esirler burada ateşler etrafına toplanarak konuşurlarken, içeri giren Nihat Beyin tümen kumandanı olmadığını anlayabildiler. Çünkü o içeri girince, Nihat Beyin de vaziyet aldığını gördüler ve işi anladılar. Askeri yazılara göre, Trikopis'in esareti, Süvari Kolordusunun, Murat dağı kuzeyinden Gediz ve IV. Kolordunun da güneyden Uşak üzerine yaptıkları hareketin hazırladığı bir netice olarak mütalaa edilmektedir. Eski generaller ve üst rütbeli subaylar derhal Uşak'a sevk edildiler. Eski kurmay başkanları, Garp Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Beyin (General Asım Gündüz) önüne çıkarıldılar. Harp sahasındaki hareketlerin, olayların ve bu arada Yunanlıların yarattığı nice faciaların, yangınların, katliamların raporları hep kendi elinden geçen Asım Bey, haklı olarak çok kızgındı. Gelenlere:
"- Sizi çağdaş bir ordunun Erkân-ı Harbiye Reisleri diye mi, yoksa adi bir çetenin kan içici birer ferdi diye mi karşılayayım, mütereddidim!…"
sözleriyle hitap etti. Daha fazla meşgul olmaya lüzum görmeyerek onları, hazırlanan evlere sevk etti. Rahatlarını sağladı. Esirlerin başları önlerine eğikti!…
Netice kısa zamanda alınmıştır ama, bu netice uzun, mihnetli, çileli ve bazen ümit kırıklıklarına kadar varan uzun hazırlıkların ve mücadelelerin eseridir. Hem içeriye, hem dışarıya karşı bir sıra madde ve ruh direnişlerinin eseri. Biz ve bizden sonraki nesiller, bu dayanılması her fâninin işi olmayan çilelerle ruh buhran ve direnişlerini, belki tam gereğince değerlendiremeyebiliriz. Hatta belki onların inkâr edilmesi de mümkündür. Ama bu unutkanlık ve bu inkâr, onların, devlerin eseri olan değerlerinden hiçbir zerreyi eksiltmez…
Kırım Harbini izleyen yıllarda, Avrupa ile başlayan mali ilişkiler (istikrazlar, borçlanmalar), sırasında ve pek ağır şartlarla elde edilen imkânlar, iktisadi ve askeri bir kalkınmaya yöneltileceği yerde, daha çok saray israflarına aktığından, ordu daima halsiz kaldı. Sultan Aziz'in (1861-1876) askeri gösterilere merakına ve bu arada tamamlayıcı temel sanayiden, eğitim müesseselerinin yoksun, dolayısıyla anormal derecede şişkin bir donanma yaratmak hevesine rağmen, bu teşebbüsler, muntazam devlet bütçe ve maliyesine, memleket içinde ekonomik bir temele dayanmadığı için, olumlu bir netice vermedi. Hele II. Sultan Hamit devrinde (1876-1909) bazı eğitim müesseselerine, orduya bazı yeni silahların sokulmasına rağmen, ordu ve donanma, hareketsizlik, bakımsızlık içinde tam bir çöküntüye terk edilir. Öyle ki, Abdülhamit'in tahttan indirildiği 1908 olaylarından önce, Harp Okullarında silah bile bulundurulmuyordu.
İslâm tarihi boyunca kafirlerle savaşırken ölen Müslümanların sayısını, Müslümanların birbiriyle savaşları sırasında ölenlerin sayısıyla kıyaslasak, ortaya çıkacak netice epey mahcup edici olabilir.
O gece Konya civarında Sarayönü istasyonuna maiyetinde bir Kuva-yı Milliye müfrezesiyle varan Refet Bey, Konya'da Fahrettin Beyle muhabere ederek kendisiyle Konya Valisinin ve Konya ileri gelenlerinin karşılıklı konuşmak üzere trenle Sarayönü'ne gelmelerini rica etmiştir. Bu ricasını kabul ettirmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Konya Valisi Suphi Beyle Kolordu Kumandanı Fahrettin Bey ve 15 kadar Konya ileri geleni trenle Sarayönü'ne gelmişlerdir. Fakat orada iyi karşılanan heyet, bir vagonda müzakere edecekken tren Refet Paşanın emriyle harekete geçirilmiş, ertesi gün Ankara'ya ulaştırılmıştır. Bu zoraki seyahat, sonunda iyi netice verdi. Once Fahrettin Beyin yerine İsmet Bey Kolordu Kumandanı tayin olundu ve Vali bir müddet için görevinden çekildi. Fakat Mustafa Kemal bu heyetle Ankara'da etkili konuşmalarda bulundu. Onları kazandı. Konya'dan getirilenler, memleketin ahvali ve milli cidalin zorunlukları üstünde iyice aydınlatıldılar. Onun üzerine karşılıklı görüş birliğine varıldı. Hele son büyük taarruzda Süvari Kolordusu Kumandanı olarak büyük başarı kazanan Fahrettin Bey, milli cephede ve sonuna kadar nice sorumluluklar yükleneceği şerefli yeri aldı. Diğer zabitler de işi kavradılar. Fahrettin Bey ve arkadaşları gene Konya'ya döndüler. İşlerinin başına geçtiler.
Kılıç Ali'nin anlattıkları da enteresandır:
"- Ankara'ya 70 kişilik bir süvari müfrezesiyle gelmiştim. O tarihte Ankara'da bu kuvvetten başka, hemen hemen hiçbir kuvvet yoktu. Ama benim bu kuvvetim birkaç gün sonra, fena vaziyette sıkışmış bulunan ve askerleri diri diri kesmek
Nisa 59:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Sonra bir şey hakkında çekiştiniz mi, onu Allah ve Resûlüne bırakın. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Bu, hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir..."
...Her şey hayat telakkisini Allah'tan almakla başlayıp onunla bitiyor.
... İslam ferdi bir bölgede başı boş bırakmıyor ki, şuradan buradan gelen sesleri dinleyip, ona göre itaat etsin!... İtaat edilen sistem ortadadır. İtaat hûdudu apaçıktır. İtaat edilen şeriat, uyulan iz tek-dir ' Fazla değil!... Ayrı, ayrı ve çeşitli değildir ki fertleri zanların korkunç karanlığında yalnız başına bıraksın!...
Dolayısıyla ınsanlık aile sermayesinin eridiğinin farkına varıp bunun telaşı içinde bulunsa da çabaların netice verdiğini söylemek çok da mümkün gözükmemektedir.