Baş döndürücü parfümler ve parlak incik boncukla önce kadınları baştan çıkarırdı Şeytan -çünkü zayıf cinsti, cins-i latif- sonra da kadınlar aracılığıyla erkekleri düşürürdü tuzağına.
"Velev ki alıştın... neye yarar? Güvenli de olsa, insan bir yere ait değilse eninde sonunda terk etmeli orayı." diye karşılık verdi yüreği. Ve dedi ki: "Bazen en alışkın hissettiğin yer aslında en az ait olduğun yerdir."
Zannediyorlardı ki evllik defterine imza atar atmaz insan hemen "koca" olur, "eş" olur. Oysa işin aslı şuydu ki, evlilk denilen müesseseyi anlamak uzun yıllar sürüyordu.
Zira zaman dediğin çözülmüş bir yün yumağı gibi geriye sarılamazdı. Son nefesini verdikten sonra insan, işlerin nerede tökezlediğini sormanın ne yararı vardı!
Kayaların ortasından çıkan ağaçlar âdeta:
"Ey insanoğlu bizi basit görme! Bizler Kadir-i Zülcelal'in birer vazifedar memuruyuz. Basit gördüğün kâğıt gibi ince köklerimiz bismillah diyerek onca kayayı deler geçer" diyordu.
Çünkü bazı kadınlar, yalnız yaşamak ve yanlış yapmak arasında bir tercih yaparlar.
Adamına göre değil, adabına göre; heveslerine göre değil, hislerine göre karar verirler.
Sahte bir mutluluk yerine sade bir yalnızlığı tercih ederler.
İşte bu yüzden bazı kadınlar sınırlarını kendilerinin çizdiği gizli ve gizemli ülkede yaşarlar. Zorunlu olduklarından değil, gururlu olduklarından.
Ve yerlerini, sadece sabırlı ve yürekli olduğuna inandıkları erkeğe söylerler.
Arkanda söylenmemiş sözler, sevgi dolu gözler ve asla unutamayacağın yüzler bırakmışsan eğer; şu dünyada nereye gidersen git, o yarım kalmışlık hissi seninle gelecektir. Kaçamazsın.