Galaksinin, bedeninizin ya da zihninizin en kuytu köşelerini keşfetseniz de hiç değişmeyen, sonsuz bir öz taşıyan ve sizi bütünüyle tatmin eden bir şey asla bulamazsınız.
Descartes açıkça şöyle diyordu:
“Geometricilerin en zor sonuçlara varmak için kullandığı, uzun, basit ve kolay mantık yürütme zincirleri, insanlığın dağarcığındaki her bilginin birbirine aynı biçimde bağlandığını düşünmeme sebep oldu. Ve yanlışı doğru kabul etme hatasına düşmekten sakındığımız ve bir gerçeğin diğerinden çıkarılması için gereken mantıksal sıralamayı koruduğumuz sürece, ulaşılamayacak kadar uzak, ya da bulunamayacak kadar gizli hiç bir şey olmadığına inandım.”
Arşimet’in icat ettiği aletler öyle bir korku salmıştı ki, Romalı askerler surların üzerinde küçücük bir ip ya da tahta parçası görse, “İşte yine geliyor!” diye haykırarak arkalarına bakmadan kaçışmaya başlıyordu. Marcellus bile o kadar etkilenmişti ki, “Ben bir orduyla değil, matematikçiyle savaşıyorum!” demişti. Hatta kendi ordusundaki mühendislerin bununla başa çıkamayacağını anlayıp şöyle devam etmişti: “Bu matematik devi ile neden savaşalım? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup donanmamızı yok ediyor! Yüz kollu bir canavar edasıyla, gemilerimizi birer ceviz kabuğu gibi fırlatıp atıyor!”