Şahmeran: "Kim bilir belki de aradığım şeydir benim yurdum. Düşün ki, ben bu uğurda tacımı tahtımı bıraktım, bu adaya nasıl sığarım? "Düşündüm: Belkıya düpedüz bir insan değil. Bir gerçeğin ardında koşuyor. Bir düşüncenin, bir inancın, bir insanın... Böyle biri, bir gizi korumak pahasına ölmeyi göze alabilir. Bir gizi korumasını, saklamasını bilir. Canına sahip çıktığı kadar sözüne de sahip çıkabilir. Bir gizin, bir davanın önemini, kutsallığını kavrar. (O zamanlar öyle sanırdım.) Ama ya ihanet ederse, işte o zaman gene aynı noktaya dönecektim: İnsanoğlunun doğasına, dönekliğine... Kısacası, Belkıya'nın ihanetini göze alamıyordum. Herhangi bir insan olmayışına, sıradan bir insan olmayışına bu denli güvenmek doğru muydu? Bilmiyordum. Kararsızdım. Üstelik kötüsü Belkıya da bu kararsızlığımı sezmişti. Üstüme üstüme geliyor, ısrar ediyordu. Belkıya'nın ihanetinden çok, Belkıya'nın ihanet edebileceği düşüncesi korkutuyordu beni. Bunun insanoğlunu sınamaktan çok, Belkiya'yı sınamak olduğunu daha o zamanlar seziyor, kararımdaki "duygu" payından korkuyordum. Çünkü sonuçta insanoğulları arasındaki tüm ayrımlar silinecek; ve ben insanoğlunun doğasına, dönekliğine varacaktım.
Sayfa 44
Ben bir şeyler öldüm. Ama ölüm müydü o öldüklerim ondan da emin değilim.
Reklam
Beyoğlu tarafındaki yüksek sosyete kadınları, İtilâf Kuvvetleri’nin bu hareketine karşı halk arasında uyanan öfkeyi İtilâf zabitlerini davet ederek onlara anlatmaya çalışıyorlardı. Danslı partiler veriliyor ve İtilâf ordularının zabitleri elde edilmek isteniyordu. Belki bu zabitlerin üzerinde bir tesir yapmışlardı. Bunun görünürdeki neticesi birkaç evlenme ile nihayet buldu. Ben, kendim bu partilerden daima uzak kaldım. Daha çok, halk arasında dolaşıyordum ve görüyordum ki, çok konuşmamakla beraber, Türk kadınları hislerini kudretle ifade ediyorlardı. Bu devre ait bu gibi sahnelere, en çok, tramvaylarda ve vapurlarda şahit olunuyordu. Bunların bazılarını anlatmak isterim. Buradaki azınlık kadınları bilhassa en aşağı sınıfa mensup olanlardı. Bunlar daima ikinci mevki bileti aldıkları hâlde mutlak birincide otururlardı. Orada da tabanca var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Fakat, bu, kısa burunlu, büyük gözlü adamın yüzünü hiç unutmadım. Biletçi o kadar korkmuştu ki, polis çağırmaya bile cesaret edemedi. Tramvay İstanbul’un sessiz ve karanlık sokaklarından sükûnetle geçti. Acaba kimdi? Bu yeis ve felâket arasında, hiç bilmediği bir kadını korumak için, kendini tehlikeye atan bu adama karşı içimde ebedî bir minnet uyandı. Türbe’de tramvaydan indiğim zaman dizlerim titriyordu.
İnsan olduğu zam anlar bakirelerle hiç ilgilenm em işti. O günlerde tutucu ülkesinde pek çok şey tabuydu. Evlenmeye asla yanaşmayacağı bir hizmetçinin bekâretini bozmak neredeyse dine küfretmek gibi bir şeydi. O halde neden Daniela'yla devam ediyor ve kalçasını kadının soluk bacaklarının arasına yerleştiriyordu? Neden yumuşak gö­ğüslerini öpüyor, yüzünü onlara sürtüyor ve o sert göğüs uçlarını emiyordu? Ona bağlanmak istiyor muydu? Tek bir kadına. Bir ölümlü hayatından bile uzun süre boyunca. Büyük ihtimalle sonsuza kadar. Penisinin başı kadının ıslaklığım bulunca bu düşünceler onu terk etti. Daniela usulca inledi. "Murdoch..." Şimşekler karanlığı yarıyor ve gök gürültüsü her taraflarında patlıyordu.
Sayfa 92
Ve küçücük olan o kız, büyümeye mâhkum bırakılmıştı. Büyümüştü, kendini büyütmüştü. Mutluluk duygusunun nasıl hissettirdiğini unuttuğunda artık hiçbir duyguyu da hissetmediğinin farkına vardı. Duygusuzluk muydu onu büyüten? Yoksa büyümesini sağlayan asıl şey insanlar mıydı? Yaşadıkları yaşına gıre ağırdı,anlayamadı. Ona normal geliyordu, çünkü küçüktü. Nasıl bilebilirdi ki? Bedenindeki el izlerini kaldırmak istese vücudunu kaybederdi, biliyordu. Kendinden nefret etti o an. Korunmadığı içindi bu nefreti. Kendini korumamıştı, karşı gelmemişti. Ama unuttuğu bir şey vardı. Küçüktü, ufacıktı. Kalbi kadar büyük olsaydı korurdu kendini. Kendine olan nefreti hissettiğinde bile duygusuz değildi, fark etmedi. Küçük yaşlarıyla yüzleşmedi, büyüyecek yaşlarıyla konuşmadı. Doğum günlerini kutlamadı, doğduğu güne lanet etti. Bir umut eli uzansın istiyordu ama eğer umut eli uzanırsa istemeyecekti bunu da biliyordu. Umudunu yitirdi, hayallerini ve yaşlarını da gömdü. Kendine yardım etmeyi, kendini iyileştirmeyi biliyordu. Ama ilk defa yapmadı bunu. Küçüklüğünü karaladı, hatırlamak istemedi, yardım etmedi. Eğer bir gün pişman olursa ancak o zaman el uzatabilirdi küçük kıza. Eğer küçük bedenindeki büyük kalbi gibi olursa ancak o zaman sevebilirdi kendisini. O kız çocuğu hep bekleyecekti onu, çünkü beklerdi. Bir yardım eli uzanmasını hep beklerdi. Büyüdüğünde sorgulamayacaktı, sadece bedenindeki izlerle ve ruhuyla kendisini sevdirmeye uğraşacaktı.
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?.. Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar
Reklam
Başvuran herkesi ilk elemeye çağırdık Kumru. Sana özel değil." "O zaman çok daha fazla kişi gelmesi gerekmiyor muydu?" "Hayır. Yarışma hakkında sosyal medyada herhangi bir ilan gördün mü? Herhangi bir reklam?" "Görmedim." "Göremezdin de zaten. Çünkü yarışmayı sadece yazdığımız kraft kağıtlarını sokak aralarına bırakarak duyurduk. Eleme için buraya gelen herkes o kağıdı yerde görmüş ve eline alp okumuş herkesti. Ülkenin her yerine bu kağıtlardan dağıttık ama insanlar önlerine çıkan bir kağıdı eğilip yerden alıp okumuyorlar. Çöp sanıyorlar. Oysa yere atılmış her şey çöp değildir. Sizin farkınız buydu. Bir kağıt gördünüz, onu yerden alıp okudunuz. Bu da bir elemeydi aslında... Belki de ilk eleme buydu." dedi gülümseyerek.
ah tanrım tıpkı o gece 4.25'te annesinin hissettiği boşluk muydu içimdeki
Türkiye'de yaşayan Yahudilere karşı da bir kızgınlık başladı. Sanki her bir Türk Yahudi bizzat Gazze'ye gidip, İsrail Ordusuna yazılmış ve Mavi Marmara baskınına katılmış gibi bir hava ... Naif görünümlü şarkıcının nefret twitine mesela, şaşırıp kalmıştım. Bu ne mantıksızlıktı! O aralar Suziş'le Demdem sos­ yal medya mesajlarını benden saklamaya çalıştılar da sokaklarda­ ki protesto yürüyüşlerini saklayamazlardı elbette. Üstelik ben de o yürüyüşlere katılıp, onlarla birlikte İsrail'e tepkimi, kı zgınlığımı göstermek isterken ... ama aralarına katılınca gördüm ki, sadece İsrail'e değil dünyadaki tüm Yahudilere karşı bir kızgınlıktı, yürü­ yenlerin yüreklerinden fı şkıran! "Neden ama?" diye sordum Demdem'e, "Buradaki Yahudilere kızmak hiç de adil değil." "İnsanlar kızgınken ölçü kaçabilir, denge bozulur," dedi Dem­ dem. Denge! Adalet için anahtar kelime bu muydu acaba?
“Eskiden öpüşmenin nasıl bir şey olduğunu da merak ederdim. Nasıl yapıldığını. Önceden pratiğini yapabileceğiniz bir şey değildi. Bir noktada oluveriyordu işte. İnsan o ana kolayca ayak uydurabiliyor muydu acaba? Zor muydu? Dudakların tadı nasıldı ki?”
Sayfa 138 - Allahın cezası pegasus yayıneviKitabı okudu
Reklam
"O sevgiye layıktı elbette, lakin kaç kişi onu içten bir şekilde sevebilirdi bu dünyada? Ekseriya kötü giden zamanlar olabilirdi kuşkusuz. Fakat önemli olan zorlukları aşmak, kötüyü bundan böyle iyi yapmak değil miydi? Hakiki sevda böyle olmuyor muydu?" (Martin'den)
192 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Emre Timur’un kendisinin eserlerini okuyanda bırakmak istediği his şudur; rahatsızlık. Eğer, okuduklarınız rahatsız etmiyorsa, sizi düşünmeye sevk etmiyorsa veya sorgulamanıza neden olmuyorsa okumayın. Yazarın amacı bu çünkü. Ve şunu söyleyebilirim ki, beni rahatsız etmeyen ya da yazdıklarına katılmadığım bir kısım yok. Kendisi zaten varoluşçu
Palyaçonun Listesi
Palyaçonun ListesiEmre Timur · Az Kitap · 2018295 okunma
"Herkesin gönlünde bir Emine'si vardır"
Mustafa Kemal Paşa kaldığı yere, Rudolfs Haf'a döndü. O gece kadınların toplum içindeki yerinden ve evlilikten söz etmişlerdi. Düşündü. 37 yaşına gelinceye kadar ciddi şekilde evliliği düşündüğü anlar olmuş muydu? İlk aklına gelen Emine oldu. Emine, Şevki Paşa'nın kızıydı. Komşuydular. 1899 - 1900 yılı tatil fırsatıyla Selanik'teydi. Tatil sonuna kadar Emine'ye paşaların evinde ders verme durumu ortaya çıkmıştı. Ders sebebiyle birlikte olmaya başladıklarından beri aslında zamanın çoğunu beraber geçiriyor ve birbirlerini sevdiklerini biliyorlardı. İlk defa Yüksek Kahve denilen gazinonun bahçesindeki kameriyelerden birinde buluşmuşlardı. Emine ilk defa bir erkekle buluşmanın heyecanı içerisindeydi. Emine pek rahat değildi. Tatil bitince sevdiği genci İstanbul'a uğurlayacaktı. Mustafa Kemal telli kaytan bıyıkları, derinlere dalan mavi ve çekici gözleri ile son derece sürükleyiciydi. İki saate yakın konuşmuşlardı. Emine, ayrılığın üzüntüsüyle, evlenmekten başka çareleri olmadığını söyleyivermişti. Mustafa Kemal, evlenmelerinin şimdi mümkün olamayacağını izah etmişti. Evlenmelerini daha makul bir zamanda yapabileceklerini söylemişti. Emine, aniden ayağa kalkmış, Allahaısmarladık diyerek oradan ayrılmıştı. Mustafa Kemal ne yapacağını şaşırmıştı. Selanik'e her geldiğinde Emine'nin evlenip evlenmediğini soruyor, evlenmedi cevabını alınca da mutlu oluyordu. Ne zaman "Eminem" şarkısını duysa içinden "herkesin gönlünde bir Emine'si vardır" diye düşünceler geçer ve hüzünlenirdi.
Sayfa 148 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Sevgi o muydu? Sevgi neydi?Coşkun akan dere, sonbahar rüzgarı ile ürperen yapraklar,cam a vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çarpıntısı...Sonunda coşkun dere durulur,yapraklar kurur dökülür,yağmur diner güneş çıkardı.Sevgi neydi? Sevgi sahip çıkan, dost, sıcak İnsan eli...Sevgi iyilikti,sevgi emekti. 🎬 Selvi Boylum Al Yazmalım
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.