Biraz başımızı yukarılara kaldırsak fena olmaz değil mi? Koca bir gökyüzü duruyor. Belki de hayat oradadır, kim bilebilir? Behiç Ak’ın “Çatıdaki Gezegen” kitabı çocukların sıkışmışlığına reçete gibi duruyor. Serdar modern hayatın o sınırlayıcılığında evde hapsolmuş gibidir. Öyle ki sokağa adım atması engel olunan bir çocuk Serdar. Bu steril ortam Serdar’ı fena halde sıkmaktadır. Aynı apartmanda oturan Ceren namı diğer Cerenimo onu birgün çatı katına davet eder ve işte macera orada başlar. Burada bambaşka bir gezegen vardır: Geçmişe ait bütün nesnelerle birlikte modern öncesi dönemin hakikiliği de buraya atılmıştır. İşte bunu keşfeder Serdar. Onun en büyük yardımcısı da oraya saklanmış olan eserlerin tam ve orijinal halidir. Nitekim çocuklar Don Kişot, Dede Korkut, Moby Dick gibi eserleri çok kısa halini okumuşlardır. Neden? Zaman yoktur eserlerin uzun hallerini okumaya. Oysa bu modern dünyada (!) İnsanların can sıkılmaya oldukça zamanı vardır. İşte Serdar bir yandan bu eserleri okurken bir yandan da dünyanın sahici tarafını keşfetmeye başlar. Hiç sokağa adım atmayan Serdar başka bir çatıya geçerek Öksüz Adam’ın peşinde sokağa ilk adımını atar ve bunu sonra tekrarlar. Burada anne ve babasının evhamının boşa olduğunu fark eder. Bir de ah bu ebeveynler ah bu ebeveynler, her şeyi sayıya dökmezler mi? İşte Ceren ve Serdar buna da savaş açarlar. Sayı perhizi yaparlar ve çevresindekilerin de bir şeylerin farkına varmasını sağlarlar. Kitabın sonuna doğru ise Ceren’in bir hayali vardır: Herkesi çatıya çekmek. Nitekim bu da bir doğa olayı sayesinde olur.