Ölümsüz olduğu (sınırsız olduğu) farzedilebilecek bir hayatın, aynen bir ekonomi kuralının söylediği gibi, değeri de olmazdı. Bir şeyi değerli kılan onun nedret halinde (nadir) oluşu keyfiyetidir. Bir şey istendiği kadar ve herkese yetecek kadar varbulunuyorsa (eskiden buna örnek olarak hava ve su gösterilirdi, bazan da toprak ...) o şeyin ekonomi yönünden değeri bulunmadığı da kabul edilmiş olur. Sonsuz hayat (ölümsüz hayat) da, aslında değersiz birşey olurdu. Bu yüzden hayata değerini ve anlamını veren olgunun ölüm olduğunu söyleyebiliyoruz.
Ölüm; bazı insanlar için korkunç birşey gibi gözükse de inanan insanlar için bir kurtuluş kapısı, bazen de ülkü uğruna kolaylıkla vazgeçilmesi göze alınabilecek bir olgudur.
Ben o kadar önemli kişiyim ki,
O kadar iyiyim ki aklım ve düşüncelerimle.
O kadar da fenayım ki ben
Delice niyetlerimle.
Ama ben en çok şeyi
En kısa zamanda sana söyledim
Yalnız sana.
Zamanı dolunca her canlı bu gezegenden gidecek, ölüm kötü birşey değil, sadece bilinmeyen bir yolculuk olduğu için korkutuyor insanları. Bu yüzden, yaşadığın her gün ikramiye gibi gelsin sana, neden ben diye de sorma artık bir daha.
Huvat, kapıya boynuzlan kınalı, kuyruğu boyalı bir koç gelmeden kızını evden çıkarmayacağına yemini bastı. Atiye şehir yerinde kınalı koçun ne aradığını sorup ortalığa koç lafı çıkarmanın kızının kuracağı yuvaya sebep olacağını kocasına duyurdu. Evin içinde herkesi birlik etti. Huvat’ı koç sevdasından vazgeçirdi. Huvat bu defa, erkek evinin düğünden üç gün önce evlerinin damına bayrak dikmeleri lazım geldiğini ileri sürdü. Evdeki herkesi deliye döndürdü. Atiye içinden, “Bayrak gibi damlarda dikili kalasın herif!” diye söylendi, dışından yalvar yakar oldu. Bayrak lafının üstünü zorla kapattı. Huvat bayrak lafının arkasından ortaya bir çarşaf lafı çıkardı. Kız babasının adette yeri olduğu üzere, gerdek gecesini erkek evinde geçirmesinin şartını koştu. Kızının kızlığının müjdesini anında almazsa bu düğüne, düğün oldu demeyeceğini duyurdu. Atiye’yi kahrından uğundurdu. Atiye yalvarıp yakarmayı bıraktı. Mendillere sarıldı. Yine mendillerin ağzı gibi ağzı kördüğüm olsun diye Tanrı’ya yalvardı.
Elinde her zaman bir iş vardır ama görünüşü boşta gezen bir kimse gibidir, bir gölge gibi, ama yalnız kendisinin bir gölgesi gibi, bütün ömrünce hiçbir tutkusu olmamış, kazanacağı ya da yitireceği, beklediği, kendisine bir umut ya da umutsuzluk veren hiç birşeyi yok gibidir, görünüşte çok dengeli çünkü uzun yıllar bir arada yaşarsın da hiçbir taşkınlığını göremezsin, ama bunun gerçekten dengeden mi ileri geldiğini kestiremezsin, sinsi, keskin bir sinirlilik yerleşmiştir bütün ruhuna, ufaktefek bedenine; bakarsın bir tek kez olsun içten sevinmemiştir, hiçbir başarının tadını almamıştır, çünkü belki başarı diye birşey yoktur onun için, yani başarının kendisi demek istiyorum, bütüncek bakılırsa belki umutsuz bir başarısızlıktır onu dengedeymiş gibi gösteren.
"Oğlum biz bu dünyaya başka bir alemden geldik. Altmış yetmiş sene burada misafir kaldıktan sonra yine oraya döneceğiz. İşte ölüm öteki dünyaya dönüştür. Sizin yazlığa, Gümüşsuyu'na gidişiniz gibi... Bunda korkacak birşey yok."
Niçin bugün, yaşamın, tüm yaşamın önünden geçip gittiğini, artık ölümümü beklemekten başka birşey olmadığını, her gün gibi, bir kez daha anıyorsun. Yaşam, zamansız. Yaşamın hiçbir zamanı yok. Çocukluk, kadınlık, erkeklik, yaşlılık, yaşam, ölüm, sevgi, sevgisizlik, doyum, doyumsuzluk, her şey iç içe. Akıl, delilik, varlık, boşluk iç içe. Kuzey Avrupa’nın beyaz geceleri gibi. Kararmayan havanın ardından, hem en gene, günün ağarması gibi.
“İnsan için iki yol vardır. Biri hayat, diğeri ölüm yolu. Hayat yolu önce seni yaratan Allah’ı sevmendir. Sonra yakınını kendin gibi sevmelisin. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamalısın. Bu din şöyle der. Sizi lanetleyenleri siz kutsayın. Düşmanlarınız için dua edin. Çünkü sizi sevenleri zaten seversiniz. Size diş bileyenleri sevin. O zaman onlar sizin düşmanınız olmaz. Şehvetten ve dünya tutkularından uzaklaşın. Biri yanağına vurursa öbür yanağını çevir. O zaman kemâle ermiş olursun. Biri seni kendisi ile beraber bir kilometre yol yürümeye zorlarsa, onunla iki kilometre yürü. Biri senin malını alırsa geri isteme. Çünkü istememek elindedir. Biri paltonu isterse ona gömleğini de ver. Senden birşey isteyene istediğini ver ve bir daha geri isteme. Çünkü Allah verdiği rızıkların herkese dağıtılmasını ister. Onun buyruğuna göre veren mutlu olur.
Hayvan tarzı yaşayış ve hayvan tarzı yaşayıştan daha kötü bir tarzda yaşayış mı, yoksa ölmek mi tercih edilmelidir? İnsan son günlerinin faziletli hayat tarzına ve felsefeye uygun olmasından ümidini kesince ve son günlerinin sonuna doğru, ancak, hayyani bir hayat tarzı veya hayvandan daha kötü olan bir hayat sürdüğü zaman yaşayabileceğini
“İnsan için iki yol vardır. Biri hayat, diğeri ölüm yolu. Hayat yolu önce seni yaratan Allah’ı sevmendir. Sonra yakınını kendin gibi sevmelisin. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamalısın. Bu din şöyle der. Sizi lanetleyenleri siz kutsayın. Düşmanlarınız için dua edin. Çünkü sizi sevenleri zaten seversiniz. Size diş bileyenleri sevin. O zaman onlar sizin düşmanınız olmaz. Şehvetten ve dünya tutkularından uzaklaşın. Biri yanağına vurursa öbür yanağını çevir. O zaman kemâle ermiş olursun. Biri seni kendisi ile beraber bir kilometre yol yürümeye zorlarsa, onunla iki kilometre yürü. Biri senin malını alırsa geri isteme. Çünkü istememek elindedir. Biri paltonu isterse ona gömleğini de ver. Senden birşey isteyene istediğini ver ve bir daha geri isteme. Çünkü Allah verdiği rızıkların herkese dağıtılmasını ister. Onun buyruğuna göre veren mutlu olur.
Rus baskınlarının birinde, "biliyort" isimli bir köyde, bir Çeçen kadını elindeki balta ile birçok Rus askeri ile savaşak, yedi tanesini öldürmüştür. Ruslar, camilere bombalar atarlar. Çeçenler onların bu hareketlerini engellemek için tehdit ederler. Fakat Ruslar, ayın hareketlerini tekrarlayınca, Kafkas fedaileri de onların yakın