"Ah, Bahar... Ben kendimi üzgün hissettiğim bütün zamanlarımda seninle tanıştığım günü hatırlayıp mutlu olan biriyim. O gün haftalar boyunca göz değdirmece oynayan iki çocuk olmaktan sıkılıp yanına gelmeseydim, sen sonsuza dek bu oyunun içinde yaşardın da yine benim karşıma çıkamazdın. Zaten sen kütüphanede bir erkeği çaktırmadan kesmeyi bile becerebilecek kadar şaşkın, o erkek ayağına geldiğinde ağlayacak kadar korkak ve 'Neyin var?' dediğimde, 'Annemi özledim' diyecek kadar çocuktun. İstanbul kıştı seninle beraber şehre Bahar gelmişti."
Sayfa 68 - Pukka Yayınları, OzanKitabı okuyor
Clay aralarındaki binlerce kilometrenin, onu Julia'nın yalanlarına ve canını yakma ihtimaline kar- şı koruyacağını düşünüyordu. Aralarındaki kilometre farkını kapatmadığı sürece sorun olmazdı. Bu yüzden de telefonu çalıp da ekranda Julia'nın adını görünce hemen cevapladı. "Merhaba." "Selam," dedi Julia uykulu ve
Sayfa 55
Reklam
Kaç acı gördüğümü sana söylemem, zaten bunlar da çok önemli değil. İnsanoğlu her şeyi unutur, acıyı da unutur. Anlatır ve unutur. Sanki acıyı başkasına yükler ya da başkası ondan almak ister. Ama sen unutmamışsın acını. Hâla kalbinde.. hâla hissediyorsun.Dinlediğin şarkılar hep acını hatırlatıyor bana. Yirmi yıl önce olmuş olayı hâla dün gibi hatırlıyorsun. Ne anlatmak dindiriyor ne de zaman. Yarabantları da hiçbir işe yaramıyor. Ağlıyorsun bayım, içli içli ağlıyorsun.
"Şimdi, milliyetçiliğin bir hakikati var, değil mi?.. “Kavmini sevmekle kınanamaz.” Nitekim, bakın şimdi başka bir yerden bağlayacağım meseleyi… Kavmini sevmekle kınanamazsın; fakat insanlar -devrimci gençlerden bahsediyorum- yurtsever filân bu tip şeylerde çok heyecanlanıyorlar. Ondan sonra, dış sömürüye karşı savaşlarını da işte “yurtseverlik”… Yurtsever ile vatansever arasında ne fark var?.. Mevzu şundan ibaret; sen şimdi “bütün halklar” falan diyordun ama nedense şuradaki halklar için burada kalkmış değilsin! Ama burada olunca birden bir şey yapıverdin. Bunu inkâr edemezsin ki, bu bizim fıtratımızda olan bir şey… Yâni, bize ait bir mekânı korumak, bizim fıtratımızda olan bir şey… Şimdi burada buna yurtsever adını takman şey yapmıyor… Veyahut da, “halkların kendi kaderlerini tayini”… Halklar kendi kaderini tayin etti, biri meselâ Hitler gibi birini seçti!.. Yâni ne demek istiyorsun sen?.. Biraz önce hürriyet bahsinde söyledim; şimdi, ister halk idaresi de, ister millet idaresi de, idare edenle idare edilen ayırımı vardır. Söz konusu olan bu idare eden – idare edilen ayırımında hangi metod olmalıdır? Bu lâf kurtarmıyor bunu… Çünkü bugün meselâ “hâkimiyet milletindir!” diyorsun, tabiî bunu suç işlemek için söylemiyorum da espri olarak alın, şimdi hâkimiyet Eminönü’nde geziyor, ayağı çıplak!.. Bu palavraları bırakalım, “hâkimiyet milletindir!” falan, böyle bir şey yok…" Salih Mirzabeyoğlu
Ahhh benim en uzak gurbeti gösteren sılam kendimi bulduğum her yerde ,kayıp bir evreni ararken kullandığım pusulam sen yerini bilirsin ;git ve bana güldüğümüz bir memleket getir ! bana ,ikinci kişiye giden tek kişilik bir yolculuk getir, Getir bana ,belki biraz beyaz belki biraz mavi bulutların oynaştığı, henuz kimsenin gözlerinin değmedigi
Selam. Yatağımda uzanmış, dün geceyi düşünü- yorum. Daha sadece yirmi dört saat önce benim ya- nımda oluşunu ve kollarının arasında uyumanın bana kendimi çok daha iyi, sıcak ve güvende hissettirişini. Tekrar buraya gelmeni ne kadar çok arzu ettiğimi. Ama bunun olmayacağını biliyorum ve anlıyorum. Gerçekten çok iyi anlıyorum. Senin yerinde olsaydım ben de benden nefret ederdim. Senin yerinde olsay- dim. ben de benden şüphelenir ve büyük ihtimalle ben de bana güvenmezdim. Yani aklından neler geçtiği- ni yüzde yüz anlayabiliyorum. Keşke başka bir yol olsaydı, çünkü senin hayatımda olmanı o kadar çok istiyorum ki, yokluğun canımı yakıyor. Ama sana sa- hip olamayacağımı biliyorum ve şu anda sana karşı daha açık olamadığım için üzgünüm. Sen bundan çok daha fazlasını hak ediyorsun. Benden çok daha faz- lasını. Tek söyleyebileceğim bunun çok kötü olduğu. Eğer zamanı geri çevirebilecek olsaydım, inan ki bazı şeyleri çok daha farklı yapmak isterdim. Ama seninle geçirdiğim zamanın, tek bir saniyesini bile değiştir- mezdim elbette. Vay be. Şimdi yazdıklarımı yeniden okudum da, sanırım bugüne kadar birine yazdığım en duygusal şey oldu bu. Beni nasıl da etkilemişsin böyle! Sana fena tutulmuşum ben. Her ne kadar sonradan pişman olacağımı bilsem de cesaretim varken gönder tuşuna basıyorum şimdi, çünkü bunların hepsi doğru. Öpücükler, Julia...'
Sayfa 36
Reklam
"Sen bir yolcusun, yolcunun vatanı ahirettir. Bu yolculukta azığın ALLAH'ın zikrinden gayrı bir şey olmamalı; yoksa sırtına dünyalığı yükledikçe, yükün ağırlaşır, altında ezilirsin. Hem madem bu yolculuğa niyet ettin, önce tövbeyle günahlarından arın, istiğfarla yolunu nurlandır."
Sayfa 42
ou sogomon
15 Mart 1921, Berlin Charlottenburg semtindeki Hardenberger Sokağı'ndaki 4 numaralı evde ikamet eden Talat Paşa 15 Mart 1921 sabahı bir arkadaşıyla sohbet ederken, vatana kavuşanların toprağı nasıl öptüklerini anla- tırken, arkadaşının "Herhalde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz..." deyince Talat Paşa ağlayarak, "Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki... Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim..." yanıtını verdi. Eşi Hayriye Hanım'la vedalaştı. Saat 11.00'e doğru tütün ve eldiven almak için evinden çıktı, birkaç kez geri dönüp evine baktı... 17 numaralı evin önüne vardığında, karşısından gelen gri paltolu bir genç önce Talat Paşa'nın kendisini geçmesine izin verdi. Ama bir iki adım sonra birden geri dönüp Talat Paşa'nın ensesine dayadığı tabancasını ateşledi. Paşa oracıkta son nefesini verdi...
Binlerce ve binlerce yıl önce bir gün Çit çeken, tarım yapan, hayvanlara tasma takan biri, koyduğu kurallar çerçevesinde çalıştırdığı bir diğerine “sen düşünemez, anlayamaz ve kendini temsil edemezsin“ dedi ve onun “kendiliği”ni oluşturma imkanlarini elinden aldı. Böylece yöneten ve yönetilen ayrımı oluştu; emir verme ve emir alma mekanizmaları kuruldu, hiyerarşi kurumsallaştı. Yöneten ve emir veren ile yönetilen ve emir alan arasındaki bu tahakkümcü, aşağılayıcı ve çatışmacı gerilim bugüne kadar artarak taşındı.
Seni seviyorum çünkü sen neyin mümkün olduğunu herkesten önce fark ediyorsun.
Reklam
Her şeye yeniden başlasak. Ama bu sefer önce sen.
Dinle sonra yolla beni
Bir görsen tiril tiril titrediğimi Belki de halime çok güleceksin Bir hayal avcısı olduğumu sanıp Sen hâlâ bir çocuksun diyeceksin Yüreğimde çalan kemanlara rağmen Geldiğin yere dön diye Bana tenha sokakları göstereceksin Önce dinle sonra yolla beni
Ben bütün bunlara niçin katlandım?.. Niçin o, o edepsiz bedeniyle huzur içinde uyurken ben hala burada yatıp kendi kendime eziyet ediyorum?.. Niçin derhal odasına dalmadım ki ayıbını bildiğimi anlasın?.. Niçin orada onun kemiklerini kırmadım?.. Zayıf olduğum için... Korkak olduğum için... O ikisine karşı her zaman zayıf oldum... her şeylerini
Aklın marifetle, kalbin imanla yenilensin.
Dünyayı sevme, ölümden nefret etme gibi hastalığın var ise, maddelere önem verip, maneviyattan uzaklaştıysan korku içinde zayıflığa ve hezimete uğrarsın. Sen dünyayı değil ölümü sev ki ölümden korkmayasın. Ölümü sevmek ahiret inancıyla, imani güçle ve salih amellerle ancak gerçekleşebilir. Aklına her konuda gelecek ilk mesele de Rabbimin rızası, onun için neyi neden yaptığın, nasıl tebliğ ettiğin ve ilk nereden başlayıp nasıl bitirdiğin olmalı. Başkası için değil, kendin için. Önce kendine sonra çevrene tebliğ et. Bazı şeyleri daha iyi özümseyebilmek için çok okuyup çok bilgilenmeli ve bunu düzen, disiplin ve istikamet üzere yapmalısın. Daha yolun çok başındasın ve kendini çokça geliştirmelisin. Rabbim hayırlısıyla, afiyetle, ihsanıyla, lütfuyla, fazlıyla, ikramıyla seni düzeltsin ve sana hidayet versin nurReca..💚
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.