Kristóf’un “Yazar” öyküsünde dile getirdiği gibi: “Her şeyi yazacağım, yazılabilecek her şeyi.” dediği ve verdiği sözü tuttuğu bir eser. Hayata dair, belki de kimi zaman yeteri kadar lirik veya edebi bulunmayan, kimi zaman bayağı görülebilecek duyguların hap gibi verildiği çok keyifli ve olağanüstü insani bir kitap.
Birçok öyküde yaşadığınız
Arnavut edebiyatının en önemli ismi Kadare’nin Osmanlı’nın çöküş döneminde geçen bu ütopyası (yahut distopyası), olağanüstü bir hayal gücünün eseri.
Kitap, Osmanlı’da Tabir Sarayı denilen ve rüyaların yorumlanarak ön görü elde edilmesini sağlayan bir mekanizma ile Arnavutluk’un köklü ailelerinden biri olan (ve aynı zamanda Köprülü Mehmet Paşa’nın
Hermann Hesse’nin de dediği gibi Szabó’yu keşfettiğim için altın bir balık yakalamış gibi hissediyorum kendimi. Öncelikle olağanüstü duru bir üslubu var, âdeta güzel bestelenmiş bir şarkı dinler gibi okutuyor kendini. Hâlihazırda kendiliğinden dramatik olan ve insanın okuduğu anda kendi his dünyasından yansımalar bulabileceği olayları ilaveten
Uzun süredir okuduğum en sürükleyici eserlerden biriydi, elimden bırakamadım. “Görünmeyen”, gerçeklik algınızı sorgulatacak nitelikte özenle işlenmiş bir eser, gerek insan ilişkileri dinamiği ve yaşanan somut olaylardaki gerekse soyut kavramlardaki gerçekliğin belirsizliği bu kitabı sürükleyici kılan en önemli nokta. Adam Walker’ın şahit olduğu ve Born’un işlediği cinayet, Gwyn ile yaşadığı ensest ilişki gibi noktalarda olayın gerçek olup olmadığına dair hiçbir cevap veremiyorsunuz, zira herkesin belleğinde farklı bir gerçeklik algısı olduğunu görüyorsunuz ki bu bir yandan oldukça insani bir durum. Kitabın farklı bölümlerinde hikâyeye farklı kişilerin gözlerinden baktığınız zaman esasen dünyada insana dair herhangi bir şeyde “gerçeklik” aranabilir mi sorusu kafanızda beliriyor. Hikâye her ne kadar olağanüstü akıcı olsa da felsefi anlamda insanı dünyayı algılayış biçimi açısından derin düşüncelere sürükleyen, müthiş özgün bir olay akışı ve üslupla şahane bir kitap.
GörünmeyenPaul Auster · Can Yayınları · 2020933 okunma
Bu kitap, gerçekliğin sonsuz olasılıklar kombinasyonundan bir tanesini seçip bize sunmanın olası en şahane formu olabilir. Roosevelt’in üst üste üç kez başkan seçildiği ABD siyasal tarihinde 1936 seçimlerinde savaş karşıtı bir oluşum olan Önce Amerika Komitesi’nin başını çekenlerden Lindbergh’in “Ya Cumhuriyetçilerin adayı olarak Roosevelt’in karşısına dikilip onu bozguna uğraysaydı?” ihtimali üzerine kaleme alınmış olağanüstü bir kurgu senaryo. Tarihin ne denli küçük ihtimaller üzerine kurulu olduğunu çok güzel gözler önüne sererken, bir diğer yandan alternatif bir dünya tarihi çiziyor. Olay akışı hem öngörülebilir değil hem de öngörülemeyen ve heyecan verici olayların anlatımı duru tutulduğu için konsantrasyon güçlüğü yaşatmıyor. II. Dünya Savaşı dönemini Amerika’da bir Yahudi olarak yaşayan küçük bir çocuğun, esasen yazarın bizzat kendisinin hikâyesi anlatılıyor, kahraman anlatıcı olarak çocuğun bu dönem içinde bulunduğu dünyayı çözümleme biçimini fevkalade gerçekçi buldum. Her ne kadar siyah-beyaz yorumlanmaya müsait bir konuyu ele almış olsa da yazar, olanları izleyen bir çocuk olarak etrafını hep gri tonlarından izleyerek aktarmayı tercih etmiş. Yakın çağ tarihine ilgisi olan, kaderin ve hakeza tarihin de bir olasılıklar bütünü olduğu düşüncesinin nicel örneklerle sözcüklere aktarılmasını seveceğini düşünen herkese tavsiye ederim.
Yeni bir düzeni savaşla kuran erkeklerin oluşturduğu yeni “koşullar”, yahut bu kitaptaki kelime tercihiyle “şeyler”in belki de hayata dair büyük bir toyluktan bahsi geçen bu koşulların içinde yaşama mecburiyeti içerisinde kendisini bulan belki de nice kadının hikâyesinin ismi Berta. Eş olmaya, kendi olmaya, anne olmaya hazır değilken bir anda tüm bu “şeylerin” altında kalışı şahane bir olay örgüsüyle anlatılmış. Hikâyenin kendisi bizzat ilgi çekici ve özgün bir perspektiften ele alınmışken beklenmedik ters köşelerle ilerleyerek okuru kendinden koparmamayı da sağlıyor. Bilhassa sürüklenen ceset alegorisinden çok etkilendim, karakterin kendini o denli işlevsiz ve kopuk bir mekanizma olarak görmesi ve çevresindeki insanların nasıl “şeyler” olduklarını (yahut teşkil ettiklerini) çok net bir biçimde tasvir eden bir kısımdı, özellikle de Wilhelm’in karakter analizi açısından keyifli bulduğum bir anlatımdı.
Jaguar her zamanki gibi pişman etmiyor, daim olsun.