Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Özgür Köktürk
Özgür Köktürk
@ozgurkokturk
Düşbozuğu Kelimeler ve Ütopya kitaplarının yazarı...
1 Mayıs
1062 okur puanı
Kasım 2018 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Stefan Zweig, birebir olarak kendi hayatından ve şahsiyetinden de izler taşıyan bu kısacık romanında; aldığı resmi bir mektupla bütün psikolojisi altüst olan savaş karşıtı bir ressamın düştüğü açmazdan kurtulma mücadelesini ve karısıyla vatanı arasında yapmaya mecbur kaldığı seçim nedeniyle yaşadığı çaresizliği olağanüstü bir akıcılık ve müthiş bir duygusallıkla okura aksettiriyor.
1940 yılında henüz küçük bir çocukken âşık olduğu sarı lâcivert renkler ve Fenerbahçe sevdası ile dolu bir ömür süren Rıdvan Özdin'in anılarını kaleme aldığı eser, arşivlik bir hatırat niteliğinde.
Özdin, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş takımları arasındaki hem rekabet hem de dostluğun bir arada sürdürüldüğü harika zamanları özlemle yâd ederken; Ogün Altıparmak, Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu, Ziya Şengül, Cihat Arman gibi efsaneleşmiş isimlerle olan anılarının yanı sıra kültür ve sanat dünyasında tanınan Gönül Yazar, Ajda Pekkan, Leyla Sayar, Tuncel Kurtiz, Fikret Hakan, Fecri Ebcioğlu, Adnan Şenses, Münir Nurettin Selçuk gibi yıldız isimlerle Fenerbahçe taraftarlıkları vesilesiyle yaşadığı ilginç ve kayda değer hatıralarını da sıcak bir sohbet havasında aksettiriyor okura.
Kitabın benim için en önemli ve manevi açıdan paha biçilemez olan yanı ise artık aramızda olmayan Rıdvan Özdin'in Yüksek Divan Kurulu Üyesi şahsi kartvizitinin yanı sıra kitabı Faruk Neşet Yalçın'a imzalamış olması. Sahaflardan kitap almanın en güzel taraflarından biri de böyle sürprizlerle karşılaşmak olabiliyor bazen.
Fenerbabçe İle Kırk Dört, Aziz Yıldırım'la Sekiz YılımRıdvan Özdin · Yeni Çizgi Yayın Dağıtım · 20051 okunma
Takıntılı, psikopat ve şizofren bir katilin peşine düştüğü Alex Doyle ve on bir yaşındaki minik kayınbiraderi Colin'in yollardaki kıyasıya kovalamacasını anlattığı Çatırtı isimli romanında okuru gerilim ve adrenalin dolu sayfalarda gezdiren Koontz, tansiyonun bir an olsun düşmesine izin vermiyor. Yazarın hiç sıkılmadan bir solukta okunabilecek eserlerinden biri olan Çatırtı, hem bir yol hikâyesi, hem de aksiyon dolu bir macera romanı olarak okunmayı fazlasıyla hak ediyor.
Okur Takip Önerileri
Modern Bir Peri Masalı
Yazarın pandemi döneminde kaleme aldığı ve pandemiden yoğun şekilde etkilenerek yazdığını sık sık dile getirdiği Peri Masalı, King'in hikâye anlatımındaki zirve eserlerinden biri.
On yedi yaşındaki lise öğrencisi Charlie Reade, komşuları yaşlı Bay Bowditch'in zor durumda kaldığını görerek ona yardım etmek ister. Ve bu, Charlie ile
Türkiye'nin terörle mücadelesinin en çatışmalı, en yoğun zamanlarının yaşandığı doksanlı yılların ortalarında, 31 Mart 1995 günü PKK'lılar tarafından iki gazeteci kaçırılarak yirmi altı gün boyunca alıkonulur. Bu yirmi altı gün süresince, kaçırılan gazetecilerden kitabın yazarı Kadri Gürsel ile arkadaşı Fatih Sarıbaş, mor dağlarda zorunlu bir seyahate çıkarlar. Kadri Gürsel, kimi gün bir mağara kovuğuna sığınıp, kimi gece yağmurun altında sabahlayarak açlıkla, ölüm korkusuyla, doğayla ve bulundukları ortamla mücadele ederken sadece yaşadıklarını değil, dağın görünmeyen yüzünü de yansıtıyor eserinde.
Yazarın tabiriyle insanları içine hapsoldukları "şu kadar terörist ölü ele geçirildi" parantezinin dışına çıkarabilmek ve bilgi açlığını mümkün olduğunca doyurabilmek amacıyla yazılan Dağdakiler, baştan sona bir belgesel başyapıt niteliği taşıyor.
"Açım. Bilinçli yaşantım böyle başlar. Açım. Açlık ilk anımdır benim."
Georg Fink'in Açım adlı kitabı bu vurucu cümlelerle başlıyor. Yedi yaşındaki bir çocuğun yoksulluk, açlık ve kötülükle imtihanının anlatıldığı kitap, her anı dramla doldurulan bir yaşamı betimlemekte.
Birinci Dünya Savaşı'nın en kızgın günlerinin yaşandığı Almanya'da kimi gün dilenerek, kimi gün direnerek, düşleri bile olmayan bir yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışan insanlar, çocuklarını dilendiren, satan ve sadece içeceği içkiyi düşünen bir babanın sefilliği, her türlü rezilliğin en uç noktasında yer alan, yüz odalı evlerde iç içe yaşayan aileler, eve ekmek getirsin diye on mark karşılığında peşkeş çekilen henüz on üç, on dört yaşındaki kız çocukları, imkânsızlıktan dolayı nöbetleşe kullanılan yataklar, elli feninglik bir parfüm şişesi fiyatına gebe kalan çocuklar ve çirkef batağında boğulan insanlar tüm gerçekliğiyle tasvir ediliyor eserde.
Savaş sonrası daha da kötüleşen ve yaşanmaz bir hale gelen Avrupa'nın orta yerinde sokak köşelerinde uyuşturucu, kadın ve çocuk satan tellallar, kızlarının tazeliğine ve güzelliğine paha biçen anneler, yaşlılara pazarlanan "oğlancık"lar, kumarhane, randevuevi, masaj ve kürtaj salonuna dönüşen evler...
"Açım", tüm bu sosyal çöküntüyü bir çocuğun gözlemiyle anlatıyor okura. Vicdanlara ve yüreklere dokunarak...
Eylem Okumuş, "Doğamızdaki Şiddet" isimli kapsamlı araştırmasında psikolojik şiddetten fiziksel şiddete, her türlü şiddetin yapısını ele alırken; cinayet, işkence, terör, şantaj, istismar, tecavüz, baskı gibi sindirme şekillerini de şiddetin türevleri olarak tanımlamakta. Küresel ısınmayla suç arasındaki orantı, sıcak bölgelerde cinayet, saldırı ve tecavüz suçlarının artması, sosyo kültürel faktörlerin şiddete doğrudan ve dolaylı etkisinin anlatıldığı kitapta genlerin suç işlemedeki rolünün yadsınamayacağı ancak bununla birlikte çevresel faktörlerin de etken olduğu belirtilirken, cansız nesnelere, hayvanlara ve hatta insanın kendine uyguladığı şiddetin kaynakları incelenerek ilkel toplumlardan günümüze şiddetin gelişimi irdelenmekte.
Ağır yoksulluk ve aile içi sorunların şiddete etkisi, bireyselliğin bastırıldığı grup halinde yaşantılarda saldırgan ruh halinin daha pervasız bir şekilde açığa çıkması gibi önemli detaylara dikkat çekilen incelemede devlet düzenine karşı en büyük engel olarak görülen siyasal terörden kurtulmanın yolunun, meşrulaştırılmış bir laik sosyal devlet düzeni ve bu yolda çalışan, ulusunun ve ülkesinin refahı için çabalayan fedakâr siyasilere duyulan ihtiyacın altı çizilmekte.
Şiddet; biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak farklı kulvarlarda ele alınırken çok yönlülüğüne de dikkat çekiliyor kitapta.
Yazar son olarak toplumsal bir sorun olan şiddetin; insanı ve toplumu sorun olarak görmeyen bir felsefe ile insanın doğa ve insan üzerindeki egemenlik arayışının aşılmasıyla aşılabileceğini söyleyerek kitabı bitiriyor.
1986 yılında Kiev'de meydana gelen Çernobil Nükleer Santrali kazasının gerçekleştiği gün kardeşi beyin ameliyatı olan anlatıcının, iç sesine tanık oluyoruz eserde. Nükleer kazanın aslında, insanın doğaya ve hayata hükmetme çabası ve önlenemez yükselişteki tatminsiz egoizminin bir sonucu olduğunu anlatan yazar, Habil ve Kabil örneklemesinden tutun, bulutların artık beyaz olmayacağı tedirginliğine varana değin ilginç göndermelerle okuru odaklamayı başarıyor.
Kesinti, yüz on altı sayfalık kısacık bir metinde, büyük bir coğrafyayı uzun zaman etkisi altına alacak olan trajediyi anlatan unutulmayacak bir yapıt.
Ansiklopedik ve oldukça ilginç bilgiler içeren, esprili bir dille ve ironik anlatımlarla süslenmiş bir başucu klasiği Lüzumsuz (!) Bilgiler Ansiklopedisi. Her başlık altında yeni bir bilgiyle okuru karşılayan kitap, bir genel kültür denizi adeta. Toplam altı kitaptan oluşan serinin her cildinde yüzlerce ayrı soruya verilen yüzlerce cevap, içimizdeki öğrenme ve bilme ihtiyacına da elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışması bakımından ayrıca takdire değer.
Kitap, yazarın Türksolu dergisinde 2005-2008 yılları arasında yayımlanmış yazılarından oluşuyor.
Ülkemizdeki terör sorununa oldukça marjinal bir bakış açısıyla değinmesi, yüzlerce yıldır iç içe yaşamış ve isimleri bile birbirinin hemen hemen aynı olan Türk ve Kürt halklarını birbirine karşıt göstererek, nefret dolu bir söylem paylaşması nedeniyle yadırgadığımı söyleyebilirim kitabı. Her zaman inandığım bir gerçek vardır: Ülkeleri yöneten insanlar, hatta devletler birbiriyle savaş halinde olabilir, fakat o ülkeleri oluşturan coğrafyalarda ve tüm yeryüzünde yaşayan insanlar kardeştir. Yeter ki birileri o kardeşlerin arasında bozgunculuk yapmasın. Ve yeryüzü, tüm insanları üzerinde taşıyacak kadar büyük bir genişliğe sahiptir.
Attilâ İlhan'ın diğer kitaplarında yayımlanmış şiirlerinden bir seçki niteliğinde olan "Bir Avuç Kıvılcım", ciddi anlamda "şiir" okumak isteyen herkesin mutlaka kitaplığında bulundurması ve okuması gereken bir eser.
Hemen hemen hepimizin aşina olduğu Mahûr, Sisler Bulvarı, Üçüncü Şahsın Şiiri, Böyle Bir Sevmek, An Gelir, Cinayet Saati, Kimi Sevsem Sensin ve Sultan-ı Yegâh gibi bestelenmiş şiirlerini de bir arada okuyabileceğiniz çok özel bir kitap ayrıca Bir Avuç Kıvılcım. Şiirseverlere tavsiyemdir.
Daha dün gibi... Lise 1'e gidiyordum. Şişli'den Osmanbey'e giden yolda Uğurlar Olsun'u söylüyordu insanlar hep bir ağızdan. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en yürekli kalemlerinden biriydi Uğur Mumcu... Ve o dönemde katledilen onlarca faili meçhul (!) den biri olarak anılacaktı daha sonra. Yıllar geçtikçe kıymeti daha çok anlaşılıyor, fikirleri ölmüyor ama yok edilen yalnızca bedenler oluyor. Korkakça ve kalleşçe...
Korkakça ve kalleşçe katledilen Uğur Mumcu'nun, 12 Mart döneminde düşünceleri nedeniyle hapsedildiği askeri cezaevinde yaşadığı anılarını anlattığı ve "güler misin ağlar mısın" deyiminin tam yerine oturduğu hiç ölmeyecek eseridir Sakıncalı Piyade. Okuyunuz...
Açıkçası kitaba büyük bir merak ve hevesle başlamıştım fakat şike, teşvik ve bahis sarmalından bahsettiğini iddia edip, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım düşmanlığını avaz avaz haykırmaktan başka bir şey yapmayan bir kitap.
Bekir Yıldız eserlerinde Anadolu insanının masumluğu, saflığı ve art niyetsizliğini en çıplak ve dramatik haliyle anlatmıştır hep okurlara. Kaçakçı Şahan'da yer alan öyküler de yine hayatın içinden, yaşanmış ve yaşanabilir acılar barındırıyor bünyesinde. Bekir Yıldız'ın bu kitabında da yoksulluğun ve yoksunluğun getirdiği çaresizliği tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren beş güzel hikâye bulunuyor.
Komünizmin ilk yazılı bildirgesi olarak kayıtlara geçen Komünist Manifesto, Marx ve Engels tarafından 1848 yılında yayımlanarak tüm dünyadaki işçileri birleşmeye ve tek yumruk olmaya davet etmesiyle büyük ses getirdi. Ülkemizde de "Komünist" kelimesi nedeniyle sakıncalı görülen kitap pembe kapak baskısıyla yayımlandığı için "Pembe Kitap" olarak da anılmıştır.
Manifestoda en dikkat çeken söylemlerden biri; üretim araçlarından mülkiyete, mülkiyetten nüfus yoğunluğuna dek tüm ülkeyi merkezi sisteme bağlayan burjuvazinin sonuçta kitlesel bir tekelciliğe ulaşarak gücü ve iktidarı tek elde toplayıp, dilediği gibi hüküm sürebilmesi. Ayrıca serbest piyasa denilen saçmalığı ve topluma zararlarını Marx yaklaşık iki yüz yıl öncesinden net bir şekilde görüp isyanını dile getirirken, günümüzde hâlâ bu absürtlüğün uygulanıyor olması cahillikten öte bir art niyete işaret ediyor diye düşünmekten kendini alamıyor insan ister istemez.
Komünist Manifesto'da ulusların başka uluslar tarafından sömürülmesinin önüne geçilebilmesinin yolu, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesi olduğu belirtilmekte. Ve tüm dünya halkları tarafından benimsenmesi gereken, bir çağrıyla son buluyor bildiri: "Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!"
