Allah Resûlü (s.a.s.), bir gün kızı Fâtima'nın evine geldi.Gözleri damadı Ali'yi aradı. Rahmet Peygamberi, yanlış giden bir şeyler olduğunu derhal hissetmiş olmalı ki kızına, "Amcanın
oğlu nerede?" diye sordu. (Buhârî, Fedâilü ashâbi'n-nebî, 9)
Hz. Fâtima, “Aramızda bir şeyler oldu. Bana kızdı, çıkıp gitti.Gündüz uykusunu yanımda uyumadı." diye cevap verdi. Allah Resûlü, Hz. Ali'yi arattı. O da üzülmüş olmalıydı. "Ali mescitte."
dediler, "Mescidin bir köşesinde uzanmış uyuyor." Peygamberimiz mescide vardığında Hz. Ali'nin üstündeki giysinin sırtından kaydığını ve sırtının toz toprak içinde olduğunu gördü. Ona
yaklaştı, bir taraftan üzerindeki toprağı silkeliyor, bir taraftan da
"Kalk Ebu't-türâb! (topraklı)" diye ona latife ediyordu. (Müslim,Fedâilü's-sahâbe, 38) Kırgınlığın sürmesine ve ayrılığın kökleşmesine izin vermeden damadının gönlünü almaya çalışıyordu. O
günden sonra Hz. Ali ashâbın arasında bu lakapla anılacaktı.
Huzursuzluk, Peygamber Efendimizin sevgi ve rahmet eliyle sükûnet ve ferahlığa dönüştü. Barıştıran, birleştiren, ailede merhamet ve adaleti tesis eden Allah Resûlü (s.a.s.), küslüğün
üstünü sevgi ile örtmüş, bir anlık öfkeden doğan kırgınlığı şefkatle silmişti. Hz. Ali ve Hz. Fâtima'ya bir aile olduklarını
yeniden hatırlatmıştı.