İşte bu dingin köşe, Platero, eskiden benim yüreğimin attığı yer, gözbebeğimdi. Bu yalnızlık içinde, yavaşlatılmış, duraklatılmış olağanüstü taşkınlıklarla ağır aksak, tatlı tatlı ağulanırken bu duygulara kapılırdım... İnsanlara duyduğum sevgi bent çekilmiş yüreğimi yaralayıp da irin tutmuş kanım yol bulup dışarı uğrayınca, Platero, köyümüzün düzlüklerindeki derelerin nisan ayının en duru, altın rengi sıcacık saatinde aktığı gibi akar, yüreğimi ilikler gibi temizler, rahatlatırdı.
Nerede bir mola versem, La Corona'daki çamın altında duruyormuşum gibi geliyor bana, Platero. Ulaşmak istediğim her
şeyden söz edişte -ister bir kent olsun, ister sevgi, ister yücelik- onun ak bulutlu gök altındaki yemyeşil cömert bolluğuna varmak
ister gibi oluyorum.
Bak Platero, ne çok gül dökülüyor dört bir yana; mavi güller, ak güller, renksiz güller... Göklerin güle çözüştüğünü düşünüyor insan. Bak, nasıl örtüyor güller alnımı, omuzlarımı, ellerimi...
Ne yapacağım bunca gülle ben?
Sen biliyor musun nerden geliyor bu güzelim çiçek, doğrusu ben akıl erdiremiyorum. Her gün inceden bir örtüyle sarıyor çevreyi, tatlı bir pembeye, beyaza, maviye bürüyor... daha çok,
daha çok güller... hep göklerin resmini yapmak için diz çöken Fra Angelico'nun fırçasından çıkma bir resim gibi.