"Evin gerçekten güzel olmuş." diye mırıldandım.
"Bir saat önce bu kadar güzel değild.i.." dedi bir anda.
Başımı kaldırıp şaşkın bir ifadeyle yüzüne baktığımda bana gülümsedi.
"Bunun geleceğini biliyordum," dedi,
"Yalnızca bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim."
"Peki söylenenler doğru mu?" diye sordum salatalıkları kesmeye geçtiğimde.
"Söylenenler?"
"Yıllar önce birlikte olmak istemeleri ve aile mevzuları...'' Aziz Ata boğazını temizledi ve elindeki rendeyi suya tuttu.
"Doğru." dedi,
"Ama keşke bu dirayeti o zamanlar gösterselermiş. Ortada mutlu gittiği sanılan bir evlilik ve iki çocuk varken değil..."
Olağan dışı bir durumu böylesine olağan bir anda konuşmak ise en zor olanıydı.
Bir yandan marul keserken bir yandan hayatımın şokunun haberini veriyordum..
"Evleniyorlarmış." deyiverdim bir anda.
Aziz Ata'nın peynir tutan eli durdu, gözleri elindeki peynirin ve altındaki rendenin üzerinde donakaldı birkaç saniyeliğine.
Hiçbir şey söyleyemedi, duyduğu haberi sindirmeden önce konuşmak istemedi belki de. Sonra derin bir nefes aldı ve elindeki parmesanı rendelemeye kaldığı yerden devam etti.
Kimin çocukluğundan kalma kesik ve yanık izleri olurdu ki? Aklım o izlerde kalsa da sormadım, soramadım. Anlatmak istese tam şu an kısa kesmek yerine anlatırdı zaten. Burnumu çektim ve ne yapacağımı bilemeyerek önüme döndüm.
"Sırtın..." diye mırıldandım, bir anda durdu ve bana öyle bir bakışla döndü ki zaten ne soracağımı biliyordu.
"Çocukluğumdan kalma." dedi, başka hiçbir şey söylemedi.
Aziz Ata saç kurutma makinesini kapatıp fişten çektiği gibi dolabın önüne geçti. Ben konuşmaya devam ederken bir anda tişörtünü çıkarıp yere bıraktı ve kendine yeni bir tişört aldı.
Önce boğazımı temizleyip gözlerimi kaçırsam da tam önümde kalan aynadaki yansımadan Aziz Ata'nın geniş omuzlarını ve sırtını gördüm. Fakat gözlerime çarpan şey sırtının güzelliğinden ziyade, sırtındaki izlerdi... Sırtında kesik ve hatta yanık izlerini anımsatan bazı izler vardı, soran gözlerle ona döndüm.
"Senin için makarna sosu yapıyordum," diye mırıldandı, "Salça."
Aziz Ata Yener benim için yemek mi yapıyordu?
"Keşke beni bekleseydin,''dedim mahcup olarak,
"Ya da dışarıdan söyleseydik, uğraşmasaydın..."
Bana iyi gelen, bana yaşadığımı hissettiren tek şey onunla olan arkadaşlığımızdı... Peki ya onun annem ve ağabeyi Deha'nın evlilik kararından haberi var mıydı? Eğer bunu biliyor olsaydı bana boşanma haberini verirken bunu da söylerdi. Belli ki bu haberi duyacağı ilk kişi ben olacaktım.
Telefonu kucağıma koyup farkında bile olmadığım bir gülümsemeyle cama döndüm. Sanırım aylardır yaşadığım her şeyin ortasında beni güldüren tek detay Aziz Ata'ydı.
"Selam. Ben adresini Dünya Can'dan alıp taksiye bindim, biraz erken geliyorum ama sorun olur mu?"
Aziz Ata'nın cevabı birkaç dakika sonra geldi.
"Tabi ki sorun olmaz Derin. Bekliyorum. Ama keşke haber verseydin, almaya gelirdim seni."
Gülümsedim.
"O yüzden haber vermedim. Dışarıdan istediğin bir şey var mı?"
"Hayır." yazdı, "Sen gel yeter."
Belki de hepimiz tesadüfen yaşıyorduk. Burada olmam da tesadüftü, başka bir yerde olmamam da. Annem ve Deha'nın Baran'ı kaybı sebebiyle bir araya gelmesi, Aziz Ata ve benim tanışmam, Baran'ın kaybolduğu gün en son benim yanımda görülmesi... Hepsi birer tesadüftü. Ya da belki de tesadüfler hayatın planlarıydı bizler için. Kim bilir?
Ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum. Anlattıklarına inanmalı mıydım bunu bile bilmiyordum artık. Annemin bir
başka kadının canını yakmış olması veya kalbini kırmış olması ihtimalini düşünmek istemiyordum. Bu ihtimali düşünmek bile beni utandırıyordu. Ama belki de asıl yanlış
olan buydu, haberim bile olmayan çarpık bir ilişki için utanması gereken ben miydim?
Karşımda durmuş, kendilerinden çok emin ve heyecanlı bir haber verir gibi gözlerimin içine bakıyorlar. "Biz evleniyoruz." diyorlar umutla, güzel bir haber veriyorlar adeta.
Oysa uyandırıyor bu cümle beni, bunca aylık ayrılığın ardından alınan bir evlilik kararını sorguluyor zihnim, "Belki de hiç bitirmemişlerdi." diyor kalbim ve hareketleniyor bacaklarım.