Yorganlarıma eğiliyorum.
Pamuğun yumuşaklığına, tozuna, kokusuna. Pamukla aramıza günışığından başka hiçbir şey girmiyor. Bana ara sıra hal tercümesini anlatıyor. Yaz günlerini, sarısıcakları. Irmaktan ayrılan suyun diplerine yaydığı serinliği, gençliğinde yağmur altında ıslanmayı nasıl sevdiğini. Sonra coşuyor:
Beni bir ovada buldular
Kolum kanadım kırdılar.
diye, Yunus İlâhisi okumaya başlıyor.
Hey... Hey... diyorum. Yavaş ol... Bu şiir senin değil.
Olsun, diyor. ne zarârı var. Ayrılıklardan şikâyet ediyor nasılsa. Bana da uyar, sana da.
Onu incitmekten korka korka okşuyorum.
Sevildiğini anlıyor, gözlerinin içi gülüyor. Daha birkaç gün birlikteyiz. Ona şimdiden müjdeli haberi verebilirim. Bak, diyorum. Bu yorgan Zeynep kızın çeyizine dikiliyor. Tanıdın değil mi Zeyneb'i? Hani geçende annesi ile geldilerdi. Ha, diyor, yanakları pençe pençe kızarık taze değil mi? Evet, diyorum, o işte. Güzel, alımlı, temiz, tertipli bir kız. Seni yüklüklerde lavanta kokularına boğar, her bahar güneşe çıkarır, tasalanma. Yok diyor, ne tasası, ömür kısa, yol uzun. Nasılsa sonunda yine buluşacağız.
Nasıl?
Eh, diyor. Her pamuk yorganın da kendine göre bir ömrü var. Bir gün, yaşımız elverince, gözümüzde fer, dizimizde derman kalmayınca, bizi de yavaşça kara toprağa koyacaklar.
Anlıyorum.
Sen de dünyaya kazık kakacak değilsin, günün birinde seni de kefenleyip gömecekler.
O zaman buluşuruz.