1980 sonrası bir gün gözaltına alınıp bir daha haber alınamayan insanların aileleriyle yapılan güzel bir söyleşi onlarla olan yaşamları ve onlar gittikten sonra hayatlarındaki değişimler eksik kalan yanları büyük mücadeleleri
Cezmi Ersöz tarafından yazılmış, okurken kahrolmamı sağlamış, ağlatan, ruh halimi bozan, aşkı hatırlatan güzel kitap. İnsan bu kitabı okurken derinlere dalıyor, geçmişe gidiyor ve sonunda anlatılanların kendi yaşadıklarıyla ne kadar örtüştüğünü görüyor. Bazen öyle anlar oluyor ki karaktere üzülüyorsunuz kendinize üzüldüğünüzü farketmeden.
Aslında salt aşk ya da şizofrenlik değil anlatılan; bir insanın sevilme duygusunu yaşamak adına nasıl çaresizleştirildiği, hayat karşısında nasıl güçsüzleştirildiği var aslında kitapta. Hepimizin istediği şey bu değil mi hayatta? Birileri tarafından sevilmek, birilerinin bize değer vermesini istemek, sevdiğimiz kişi için hayatta en önemli olmak en masum isteğimiz değil mi? Aşkı arayanlar, aşkı bulanlar, bulamayanlar, bulamayıp da bulmaktan umutlu olanlar, kısacası aşık olanlar için ideal bir kitap...
Dalgın ve bir uyurgezer gibi yaşıyordun sanki. Sana dikkatli bir ışığında altında bakmayanlar bunları görüyordu sende. Ve sende onların seni böyle görmesini istiyordun. Dokunmasınlar istiyordum. Güçlükle kurduğun bu dengeyi bozmasınlar istiyordun.
Seni sevmek, seni kaybetmekmiş aslında. O uzak kentteki hayatımı öldürüp, senin göğünün altında, senin şehrinde, senin sokaklarında yeni bir hayata doğmakmış.
Mutluydum evet... Ama 'mutluluk' kelimesi kadar basit ve dar değildi hissettiklerim. Mutluluk yaşanan değil hatırlanandı çünkü. Mutluluk sahip olduğun anda değil, kaybettiğinde, o yakıcı boşluğunu yüreğinde hissettiğinde farkına vardığındı.
Hayatın unuttuğu ve hayatın unutulduğu bir meyhanede sarhoştuk ikimiz. Dünyanın bütün insanları oradaydı. Dünyanın o bütün insanları içinde sen yalnız benimdin...