“Sevdiğinin önünde alabildiğine alçal ki,
ona yakın olma lütfuna mazhar olasın.
Çünkü kendisini alçaltmak sebebiyle kulun
sahip olduğu izzet pek çoktur.
Sevdiğin eğer aziz ise ve sen onun
önünde zelil olup alçalmazsan
Artık ona kavuşmaya elveda de.”
"Sevdiğin kimseye boyun eğ ve alçal
önünde. Çünkü aşkın şeriatında
Büyüklenmenin kabul edilebilir bir tarafı yoktur."
"Kendisini aziz (büyük) gören hiç kimse
maşukuna kavuşmakla sevinmiş değildir.
Aziz olmak ise ancak o nefsi alçaltmak ve onu kırmakla olur."
Yüce ALLAH'ın; kullarına ve kendisine itaat edenlere lütfu ve muamelesinde alışılagelmiş âdeti üzere hidayetine uyanların bu kırıklarını onarmıştır. Nitekim Âdem'i, cennetten çıkarmak ile kırdığı hâlde ALLAH'tan alıp bellediği ve bundan dolayı da tevbesini kabul edip hidayete ilettiği kelimelerle bu kırığını onarmıştır. Kullarını kırdıktan sonra bu kırılışlarını düzeltmesi suretiyle Allah'ın kullarına-itaatkârlara olan lütfunu-iyiliğini ve bu husustaki hikmetini iyice düşünen kimsenin önüne, Allah'ın mağfiret ve muhabbet kapılarından büyük bir kapı açılır. Annenin çocuğuna merhametinden daha çok Allah'ın kullarına merhamet ettiğini bilir. Mesela kulu, günahı sebebiyle kırıp ondan dolayı zelil ettikten sonra tevbesini kabul edip günahlarını bağışlamak ile onun kırığını onarması, türlü musibet ve mihnetler ile onu kırdıktan sonra afiyet ve nimet ile o kırığını onarması buna örnektir. Böylelikle bu kırmanın; bizatihi ona merhameti, iyiliği ve lütfu olduğunu da görür. Esasen O'nun, kendisinden daha çok kulunun maslahatını bildiğini de anlar. Ama kul basiretinin, Rabbinin isim ve sıfatlarına dair bilgisinin zayıflığından dolayı neredeyse bunu hiç fark etmez. Sevdiğinin rızasına-yakınlığına hemen hemen hiç nail olamaz, ona yakın olduğu için onun nezdinde yakın görüldüğü için pek sevinemez. Hep zillet ve miskinlik köprüsü üzerinde kalır. Hâlbuki muhabbetin esası, bunun üzerinde yükselmiştir.
Şükrün en güçlü ve en büyük sebeplerinden birisi de kulun kendisinden başkalarını içinde bulunduğu mükemmellik ve iflah olmuşluk hâlinin tam zıddı bir durumda görmesidir.
Yüce ALLAH, Adem'in soyundan gelecekler arasından kendilerini veli/dost edineceği, seveceği ve onlar tarafından sevileceği kimseler edinmeyi murad etti. Onların O'na besleyecekleri sevgi, onları mükemmelliklerinin en son mertebesi, şereflerinin de en yüce noktasıdır. Bu yüce ve üstün mertebeyi ise ancak O’nun rızasına uygun hareket etmek, emrine uymak, nefsin ise o sevdikleri yüce zatın hoşlanmadığı istek ve arzularını terk etmek ile gerçekleştirmek mümkündür. Bundan dolayı onları, kendilerine emirler verdiği, yasaklar koyduğu bir yurda indirdi. Onlar da O'nun emir ve yasaklarını gereğince yerine getirdiler, böylelikle O'nu sevme derecesine nail oldular. O da onları, O’nun kendilerini sevmesi mertebesine yükseltti. Bu ise O'nun hikmetinin mükemmelliğinin, rahmetinin eksiksizliğinin bir neticesidir. Zaten O c.c, el-Berr (pek iyi ve lütufkâr) ve Rahim (pek merhametli) olandır.
Yüce ALLAH; sabredenleri, ihsan edicileri, yolunda saf hâlinde savaşanları, tevbekârları, her türlü şirkten, kötülükten, pislikten temizlenip arınanları, şükredenleri sevdiğinden ve O'nun sevgisi türlü ikramların en yücesi olduğundan, hikmeti gereği Âdem'i ve onun evlatlarını öyle bir yurda yerleştirdi ki onlar, o yurtta kendileri vasıtasıyla sevgisinin en yüce ikramlarına nail olacakları bu nitelikleri yerine getirecekler. İşte bundan dolayı onların yeryüzüne indirilmeleri, üzerlerindeki nimetlerin en büyüklerindendir: “Allah, rahmetini dilediği kimselere tahsis eder." (Bakara 2/105)
Yüce ALLAH, Adem'i yeryüzünün tamamından aldığı bir avuç maddeden yarattı. Yerde ise iyi, kötü, yumuşak, sert, değerli ve değersiz olan şeyler vardır. Yüce ALLAH da Adem'in neslinde onunla asıl yurdunda beraber kalmaya elverişli olmayan kimseler bulunduğunu bildiği için onu, soyundan gelecek ve iyi ile kötüyü açıkça ortaya çıkaracak kimselerin bulunacağı bir yurda indirdi. Sonra da onları iki ayrı yurda yerleştirerek birbirlerinden ayıracaktır. Bu sebeple iyi olanları, kendi yurdunda kendisine komşuluk edecek ve kendisi ile beraber kalacak kimseler yaptı. Kötü olanları da bedbahtlık yurdunun sahipleri yaptı. Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: “ALLAH, murdarı temizden ayırt etsin, murdarı birbiri üstüne koyup hepsini yığsın da onları cehenneme atsın diye. İşte onlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.” (Enfal 8/37)
Yüce ALLAH, onun soyundan gelecekler arasında ona komşuluk yapmaya ehil olmayan kimseler bulunduğunu bildiği için onları, bu gibi kimseleri çıkartacak bir yurda indirdi ve böylelikle bu gibi kimseleri de layık oldukları yurda yerleştirmeyi murad etti. İşte bu, büyük bir hikmet ve yerini bulup gerçekleşen bir meşiet (dileme) ve iradedir. Azîz ve Alîm olanın takdiri işte budur.
Onun cennetten indirilmesi bizatihi kemâle ermesi demekti. Çünkü 0, cennete en güzel hâlde geri dönecektir. Bundan dolayı Yüce ALLAH; hem ona hem de onun soyundan gelecek evlatlarına dünyanın yorgunluklarını, gam ve kederlerini, zorluk ve sıkıntılarını tattırmayı murad etti. Böylelikle onlar nezdinde, ahiret yurdunda tekrar cennete girmelerinin değerinin daha da büyümesini sağlamış oldu. Çünkü her şeyin güzelliği kendi zıttı ile ortaya çıkar. Eğer nimetler yurdunda yetişmiş olsalardı, cennetin değerini bilemezlerdi.