20. yüzyıl uygarlığı işbölümü ve ihtisaslaşma denilen çarpıklığı o kadar ileri götürdü ki, kapalı devre yayın gibi çalışan bir sürü
uzman yarattı; bütünü göremeyen, olaylar arasında sebep sonuç
ilişkisi kuramayan saçma sapan uzmanlar!
...
20. yüzyıl uygarlığından önceki dönemlerde, böyle delice bir ihtisaslaşma tutkusu yoktu. Bütün çağlarda bilim ve sanat yakınlaşmış ve aynı kişilerde yüceltilmişti.
Rönesans sanatçıları hem resim yapar hem matematikle, astronomi ve anatomiyle ilgilenir hem de müzik aleti çalarlardı.
İslam uygarlığında da çok iyi bildiğimiz gibi, bilim adamı, şair, müzisyen, matematikçi ve tabip filozof çoktu.
Bu bilge kişiler, bilimin ve sanatın yücelerek kesiştiği noktada parlayan yıldızın ışığını görebilen insanlardı.
Sizi bilmem ama ben dünyada en çok cehaletten korkarım.
Çünkü cehalet kendi bildiğinin dışında bir bilgi ve düzey olduğunu fark etmeyen bir kör karanlıktır.
İnsanlar niye akıl sahiplerini dinlemez, niye herkes kendi küçük aklını beğenir,niçin aklın da vücut gibi geliştirilecek bir şey olduğunu bilmez, bir türlü anlayamam.
Birisine deseniz ki, “İdil Biret gibi piyano çal!”
Hemen “Çalamam!” cevabını verir.
“Niçin?” dersiniz.
“Ama o bu işe ömrünü vermiş, çalışmış,” der.
Ya da bir boksörün karşısına çıkmasını, bir halterciyle yarışmasını önerseniz, aynı şekilde haddini bilen yanıtlar verir size.
Kasları daha gelişmiş olanlarla rekabet etmez.
Ne var ki aynı mantığı, düşünce alanına uygulayamaz. Ömrünü
kitaba, düşünmeye, bilime adamış olanların beyninin daha gelişmiş olabileceğini kabul etmez. Çünkü beynin kasları görünmez.
Bu yüzden de kendisini düşünürlerle, filozoflarla bir tutar.
Bunun sonucu olarak da her şeyi kendi küçük aklıyla çözmeye çalışır.