İlker

İlker
@saudakur
septem sermones ad mortuos
St petersburg
20 Ağustos 1992
80 okur puanı
Temmuz 2020 tarihinde katıldı
“Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır.Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım.Öldüreceğiz diyenlere karşı,”ölmeyeceğiz”diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe,savaş bir cinayettir.” - Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Reklam
Cehennemde şeytanın ruhlara nasıl işkence ettiğini biliyor musun? Hayır, deyince, şöyle bir yanıt verdi: "Onları bekletir.." Carl Gustav Jung, Ruh (s.145)
Russell'in demliği
russell'ın demliği, kutsal demlik, ingilizcede russell's teapot veya celestial teapot olarak geçen kavram. bertrand russell'ın ortaya attığı bir analojidir. şuna benzer bir şekilde açıklamıştır: dünya ve mars arasında, en güçlü teleskoplarımızla bile göremeyeceğimiz, bu nedenle de var olmadığını kanıtlayamayacağımız bir demliğin bulunduğunu ve dünya çevresinde döndüğünü iddia etseydim herkes saçmaladığımı söyleyecekti ve kaale almayacaktı. fakat bu bilgi eski kitaplarda bulunsaydı, çocukların beyinlerine en küçük ve savunmasız yaşlarında empoze edilseydi ve her pazar bu demliğe dair hikayeler anlatılmış olsaydı, onun varlığından şüphe etmek bile tuhaflık ve bir psikoloğa görünme nedeni sayılacaktı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
13.yy’da papa 9. gregory “kediler şeytandır onları öldürün” diye fetva vermiş ve kedilerin öldürülmesiyle artan farelerden yayılan veba ile avrupa’da 25 milyon insan ölmüştür. cahillik tam olarak böyle bir şeydir.
( Barnum Etkisi ; Doğru çıkan falların, bilimsel açıklaması. )
Herkes ve her durum için geçerli, kapsayıcı yargıların, kişiye özel ve spesifik durumları tanımlıyor gibi aktarılmasıyla, kişinin bilişsel yanılgıya düşmesine, Barnum(Forer) etkisi denir. Beynimiz, mevcut durum ya da geçmiş ile ilgili verilen bilgilerin doğruluk oranına bakarak, gelecek ile ilgili bilgilerin, doğru olma olasılığını hesaplar.
Reklam
Birçok klinisyen “başarı nevrozu” üzerine yazılar yazmıştır - insanların uzun süredir ulaşmak için çabaladıkları önemli bir başarıyı elde ettiklerinde aşırı mutluluk yerine, çoğu kez başarılı olmadıklarını onaylayan bir mutsuzluk duydukları ilginç bir durumdur bu. Freud bu duruma “başarıyla mahvolma” sendromu der. Rank ise bunu “hayat anksiyetesi”olarak tanımlamaktadır - diğer bir deyişle hayatla ayrı bir varlık olarak yüzleşme korkusu. Maslow en yüksek olanaklarımızdan (en düşükleri gibi) kaçtığımızı belirtmekte ve bu olguya “Yunus Peygamber kompleksi” demektedir, çünkü Yunus her birimiz gibi kendi kişisel büyüklüğüne dayanamamış ve kaderinden kaçmaya çalışmıştır.
Syncronicity ( eş zamanlılık )
syncronicity olarak da bilinen Carl gustav jung'un neredeyse tüm yaşamını adadığı konudur. aslında halk arasında tesadüfler diyerek geçiştirebileceğimiz ancak aslında öyle olmayan, o anlamdan uzak bir yönden dile getirilmesidir. jung'a göre üç önemli nokta vardır: 1.olayların aynı zamanda meydana gelerek fiziksel algının eşleşmesi, 2.subjektif bir ruhsal halin sanki bir rüya ya da hayal şeklinde gerçekleşmesi, 3.aynı durumda ortaya çıkmasını beklenen olayların gelecekte olabilitesi diyerekten özetleyebiliriz.ilginçtir gerçekten bu konu biraz araştırıp,okursanız çok ilginç şeyler öğrenebilir hafifte sıyırabilirsiniz. iki ayrı olayın birbirleriyle bağlantılı bir biçimde aynı anda gerçekleşmesine eşzamanlılık adı verilir. örneğin;bir arkadaşımızı düşündüğümüz anda telefon etmesi, kitap okurken “bomba” kelimesini gördüğümüzde,etrafımızda ya da tv ‘de vb...) patlama sesi duymamız, tesla bobini üzerinde düşünürken bir yandan da açık olan radyoda tesla grubunun müziğini işitmek gibi... bu konu, üzerinde psikolojiden,fiziğe kadar birçok alanda bilimsel yorum yapılmasına karşın, yine bilimsel verilerimizin yetersizliğinden dolayı, tam açıklık kazanmamış,ışık hızı sınırından dolayı da daha ileri götürülememiştir.
"açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde, bunlar güzel erdemler. fakat ya dilencilerin en fakirinin, suçluların en gaddarının da kendi içimde olduğunu fark edersem ya şefkatime en muhtaç kişinin, sevilmeye en muhtaç düşmanımın kendim olduğunu fark edersem o zaman ne olacak?" - Carl gustav Jung
(The gambler's fallacy veya Monte carlo Yanlışı)
özellikle kumar oyunlarında sıkça düşülen bir yanılgı olması nedeniyle bu ismi almıştır. 18 ağustos 1913'te monte carlo'da bir kumarhanede 26 kez üstüste siyah gelmesinden dolayı bu ismi almıştır. rulet masasında birkaç sefer siyahın geldiğini gören oyuncular, kırmızıya bahis yaparak serinin sona ereceğini düşünmüş ve büyük paralar kaybetmiştir. olasılık teorisinde, şansa bağlı her olay ya da oluşum bir öncekinden bağımsızdır; bu gerçeğin reddedilmesi halinde kumarbaz yanılgısına düşülür. eşit olasılığa sahip olaylardan birisi beklenenden sık ortaya çıktı diye, bundan sonra ortaya çıkma şansının azaldığını varsaymak hatadır. aynı bağlamda, insan hayatındaki kişisel ve çevresel faktörleri göz ardı ederek gelecekte yaşanacak olaylara metafizik açıklamalar üretmek de hatalı bir yaklaşımdır. örnek: hayatınızda herşey kötü gidiyorken, hep böyle gitmez ya! elbet düzelir düşüncesi bu yanılgının örneklerindendir.herşey hala kötü gidebilir.... bu sefer olacaktırdır. ya da öyle bir tat bırakandır hislerimizin damağında. yanılgımızın yanılgısı insan türünün ortalama yaşam süresini baz almasıdır. akıllı ve yeterince uzun yaşayan varlıklar için kader *de bir ölçüde ölçeklendirilip olasılıklarının sonuçları düşük standart sapmalarıyla oluşturulabilir hale gelir.
Yakınlarda, kadının biri sabahın üçünde bana telefon etti ve intihar etmeye kesin kararlı olduğunu ama bu konu hakkında neler diyeceğimi de merak ettiğini söyledi. ona bu kararın aleyhindeki ve hayatta kalmanın lehindeki tüm delilleri sıralayarak cevap verdim. onunla yarım saat, en sonunda canına kıymayacağına ve hastaneye beni görmeye geleceğine dair söz verinceye kadar konuştum. hastaneye geldiğinde ona sıraladığım delillerin hiç birinin onu etkilemediği ortaya çıktı. onu intihar etmemeye ikna eden, gece yarısı uykumda rahatsız edildiğim için sinirlenmek yerine onu sabırla dinlemem ve onunla yarım saat konuşmammış. böyle bir olayın geçekleşebildiği dünyayı kadın, yaşamaya değer bir dünya olarak görmüş.'' Anlam Istenci - Vıktor E. Frankl
Reklam
( Ölülere yedi vaaz )
" Carl Gustav Jung, kariyerinin ilk bölümünde yaşadığı gizemli bir ilham altında yazdığı büyük miktarda arşetipik materyalden yalnızca tek bir parçanın yayımlanmasına izin vermiştir. bu parça 15 aralık 1916 ile 16 şubat 1917 arasındaki bir tarihte, kısa bir sürece yazılmıştır. bu küçük kitabın yazılmasına tamamıyla parapsikolojik doğası olan esrarengiz olaylar öncülük etmiştir. ilk olarak, jung'un çocuklarından bir birkaçı evde hayalete benzer varlıklar görmüş ve hissetmiş, o sırada jung da kendi çevresinde tamamen tekinsiz bir atmosfer hissetmiş. çocuklardan biri hem bir melek hem de bir şeytanın olduğu dinsel içerikli ve biraz tehditkar bir rüya görmüş. daha sonra bir pazar günü öğleden sonra ön kapının zili şiddetle çalmış. zilin hızlı bir şekilde hareket ettiği görülebiliyormuş, ama görünürde hareket ettiren kimse yokmuş. bir "ruhlar" ordusu alayı, aslında evi, doldurmuş gibiymiş ve hayaletlerin istila ettiği koridorda hiç kimse normal bir şekilde nefes bile alamamış. dr. jung titrek ve rahatsız bir sesle bağırmış: "tanrı aşkına, bu da ne oluyor?" yanıt hayalet seslerinin oluşturduğu bir koro şeklinde gelmiş: "bizler aradığımızı bulamadığımız kudüs'ten geri geldik." bu sözlerle birlikte, latince başlılığı septem sermones ad mortuos olan bilimsel inceleme başlamış ve almanca olarak şu alt başlıkta devam etmiş: "ölülere yedi vaaz, doğu ile batı'nın buluştuğu şehir iskenderiye'de basilides tarafından yazılmıştır."
"Yaşlanmanın başkaları için çok uygun olduğunu biliyorum. Ama nedense benim başıma geleceğini hiç düşünmemiştim." - Varoluşçu Psikoterapi, Irvin D. Yalom Bir gün bir hastamla yaşlanma korkusundan söz ederken dramatik bir dönüm noktası yaşandı. hastama, hayatında geriye bakıp duygularını tarif etmesini istedim. tereddüt etmeksizin yanıt verdi: "pişmanlık". "ne için pişmanlık?" diye sordum. "hayatımı boşa harcadığım için" dedi. işte bu pişmanlık ya da varoluşsal suçluluk, terapinin anahtarıydı. hiç kimse bu varoluşsal suçluluğu franz kafka'dan daha canlı bir biçimde tarif edememiştir. "dava" da joseph k. aslında bir iç mahkemeyle karşı karşıyadır. ... joseph k. suçludur. yalnızca yaşanmamış bir hayat yaşadığı, hayatını kendi ellerine almadığı, hep başkalarından izin beklediği için değil, suçunu kabul etmediği için de suçludur. varoluşsal suçluluk, insanın işlediği bir suçun sonucu değildir. tam tersine! varoluşsal suçluluk, yaşanmamış bir hayatın ve değerlendirilmemiş olanakların farkındalığından doğar. joseph k. suçluydu; yaptıklarından dolayı değil, yapmadıklarından dolayı suçluydu. *** suçlulukla başa çıkmanın en iyi -belki de tek- yolu, telafidir. insan ancak bugününü ve dolayısıyla geleceğini değiştirerek geçmişini telafi edebilir.
"inkâr, insanın başa çıkma mekanizmasının önemli bir kısmını oluşturur. o olmasaydı, her sabah hangi şekilde öleceğimizi düşünerek dehşet içinde uyanırdık. bunu yapmak yerine zihinlerimiz, işe vaktinde yetişmek veya vergilerimizi ödemek gibi başa çıkabileceğimiz stresle meşgul olarak, varoluş korkularımızı perdeler. eğer varoluşla ilgili daha büyük korkularımız olursa, basit işler ve günlük meşgalelerle vakit geçirerek onları hemen aklımızdan çıkarırız." Aynı zamanda Freud'un savunma mekanizmalarindan biridir. Kişi istemediği kabul görmediği duygu ve yaşantılarına hiç olmamış hic yaşanmamış muamelesi yapar. ölüm de bunlardan birisidir. kisi surekli olumu dusunemez, reddeder ve bastirir. Dinler ise bu savunma mekanizmalarını arkasına alıp aspirin etkisi yaratır. Erik Erikson ise Freud'un kuramını alıp baştan şekilendirir insanın psikolojik gelişimini 8 evrede inceler. 8. ve son bölüm ise kişinin ölümle yüzleşmesi, ölümü kabullenmesi ve ölüme hazırlanmasını da içeren “tüm yaşamı bütünleştirme” evresidir. bu aşamaya kadar sağlıklı gelen kişi “ölümü de yaşam “ gibi normal bir şekilde kabullenir. Tıpkı tolstoy'un İvan ilyiç'in ölümü varoluş temalı romanında geçen bir söz gibi ; “ölüm! evet, ölüm! hiçbiri bilmiyor, bilmek de istemiyor, acımıyor bile. vur patlasın çal oynasın! umurlarında değil, oysa onlar da ölecek. ne aptalca. önce ben öleceğim, onlar daha sonra, ama onların da başına aynı şey gelecek. oysa onlar gülüp eğleniyor. aşağılık yaratıklar!”
1938'den beri konuşamadığı halde susturulmaya çalışılan tek liderdir mustafa kemal.. sevgi, saygı ve sonsuz özlemle… ruhun şad olsun…