Ne zaman biriyle konuşsanız budalanın tekidir ama siz kibar davranırsınız, çünkü oyunbozan olmak istemezsiniz, insanlarla konuşmaya devam edersiniz, onlarla yemeğe gidersiniz, ince ve sevecen davranırsınız. Aslında bu insanlar ahmaktırlar, çünkü hiç gayret göstermezler. Kullanılmayan şeyler körelir ve ölüp gider. İnsanlar sadece ağızlarını kullanıp beyinlerine el sürmedikleri için bu tam manasıyla damaklarına ve çenelerine vurur ama beyinde bir şey yoktur. Durum çoğunlukla böyledir.
Ölüm herkesi yakalar ve her şey son bulur. Kimileri ölümün daha on yedisinde, on sekizindeyken kendisini almasına izin verir. Zamane gençleri kendilerini ölümün kucağına atıyorlar, daha on iki, on dört yaşındayken ölüyorlar. Bir de yalnız savaşçılar var, seksen, doksan yaşına kadar savaşıyorlar, sonra onlar da ölüyorlar ama en nihayetinde daha uzun bir ömür yaşamış oluyorlar. Hayat da güzel ve zevkli olduğundan daha uzun bir zevk yaşamış oluyorlar. Erken ölenler daha kısasını yaşıyorlar, halleri de acınası oluyor, çünkü hayatı hiç tanımamış ölüyorlar, çünkü yaşamak için uzun bir yaşam gereklidir, bütün korkutucu yanlarıyla.
Seyirci fikrin düşmanıdır, o yüzden seyirciden sıdkım sıyrıldı, seyirci fikirden nefret eder, sanattan nefret eder, eğlenmek için en aptalca ne varsa ancak onu ister, başka her şey yalandan ibarettir, bense eğlenmek için en aptalca olandan hep nefret etmişimdir, demek ki seyirciden de nefret etmem lazım, seyirci düşmanımdır, düşmanım kalmak zorundadır, başka görüşte olursam bugün nefret ettiğim o seyirci denen tezek yığınına ait olurum, çünkü benim en önemsediğim şeyi seyirci elinin tersiyle iter.
Galiba hayatında herkes bir yerlerden bir tekme ama okkalı bir tekme yemeli. Veya adamı evinden fırlatıp sokağa savuracak bir tokat. Yoksa olmaz. Bu gerekli, buna kanaatim tam.
Onun gözünde devlet asla hiçbir şeyin sahibi olamazdı, sadece başka insanların uğraşıp didinip elde ettikleri şeyleri şiddet kullanarak kendine mal etme üzerine kurulmuş bir suç birimi olabilirdi.
Bizim kahramanlarımız sıradan insanlardı, dünyada onlar gibi daha milyonlarca kişi vardı; dilimiz kim bilir nereden çıkıp gelmiş sözcüklerin yamalı bohçasıydı. Çabalarımızın bir sonucu olarak var olmuyorduk, başkalarının lütfuyla vardık, belki de bizi kendi halimize bırakmaya karar vermiş, zaferlerinin işaretleri kendi imgelerinde, hepsi birbirine benzeyen, hepsi de kendinin farklı olduğunu düşünen binlerce küçük yer edinmiş, bizden daha güçlü düşmanların lütfuyla.