Pencereden gördüğümüz gece, dışarıdaki katı gerçekliğin çizgilerini muğlaklaştırır. Karanlıkta hiçbir şey birbirinden kesin sınırlarla ayrılmaz. Siyah ve beyaz ortadan kalkar. Kesin yargılara varamaz insan. Gün ışığında insan tüm cevapları bildiğini ve her şeyi olduğu gibi görebildiğini zanneder. Oysa gökyüzü karardığında, önyargılar yumuşar, suçlamalar çekilir ve duygular ortaya çıkar. Alacakaranlıkta tüm kesinlikler belirsizlikle yer değiştirir. Gece pek çok olasılığı içinde taşır.
İnsanlara göre "aşk” artık modası geçmiş romantik bir kavram olabilir fakat korkarım yine de aşk diye bir şey var ve var olduğundan bu yana tarif edilemez derecede acı verici bir unsura sahip. Bir erkek bir kadından etkileniyor, bir kadın bir erkekten etkileniyor ve birbirlerine yaklaştıkları her adımda ikisi de kendinden bir parçayı yitiriyor; zafer bekledikleri yerde yenilgilerle karşılaşıyorlar.
Onu ister bir yol olarak görsün ister büyük bir savaş, büyüyen bir ağaç ya da dalgalı bir deniz; bir insanı, hayatı nasıl gördüğünden daha iyi tanıtan çok az şey vardır.
Çocukları sürekli eleştirip, onları yargılama suçlama ile çocuk ye tiştirmeye, bazı psikologlar, «zehirli terbiye» (poisonous pedagogy) adını vermişlerdir. Zehirli terbiye eşitsizlik üzerine kurulmuştur, hükmeden ve hükmedilen vardır. Ana-baba olmak, çocuğa esir mua- melesi yapmaya yeterli bir nedendir. Baba alkolik, yalancı, tembel ve ahlaksız da olsa, sırf baba olduğu için çocuklarını yargılamaya, hükmetmeye hak kazanır.Ne kadar haksız olurlarsa olsunlar, ana- babaya her zaman, her konuda boyun eğilmelidir.
Ailede, yargılama ve suçlama oranına bakarak zehirli terbiyenin bir ailede yer alıp almadığını, anlarız. Sağlıksız ailelerde hâkim olan zihniyet zehirli terbiyedir ve yargılama, suçlama, aşağılama ve kötülüme kuralları baskındır. "Sersem," "ahmak," "sen ne bilirsin ki," "manyak," nitelikleri sık sık duyulur ve aşağılayıcı lakaplar takılır.
Zehirli terbiye, çocuğun kendine olan saygısını yok eder, iç dünyasını zehirler, kendine güvensiz, başkalarını memnun etmek için yaşayan insanlar ortaya çıkarır.
Ailenin temeli karıkoca arasındaki ilişkidir. Eğer evlilik bilinçli bir işleyişe sahipse,o sole çocukların gelişmesi için sağlıklı bir sosyal ortam oluşturur.
•Kızgınlık, kişinin benlik sırırlarını ve onurunu korumasına olanak verir.
•Korku, tehlikeli durumlardan sakınmamıza yol açar.
•Hüzün, ayrılma zamanı gelmiş bir olay ya da kişiyi simgeler; yeni bir aşamanın başlayabilmesi için, bir devrenin kapanıp bitmesi gerekir. Suçluluk, vicdan duygusunu oluşturmamıza yol açan bir duygudur.
•Utanma, kendi sınırlarımızı bilmemiz gerektiğini, gücümüzün ne kadar sınırlı olduğunu öğretir.
•Sevinç, her şeyin yolunda olduğunu bildirir.
Aile ortamı bir mutluluk ortamı olmalıdır. Şimdiye kadar sayageldiğimiz gereksinmeler karşılandığı takdirde, aile ortamı başka hiçbir ortamda bulunamayacak mutluluk olanakları sağlar. Bir babanın ya da ananın çocuklarıyla gurur duyması, onların iyi ve sağlıklı insanlar olarak topluma katıldıklarını görmesi, büyük mutluluk kaynağıdır. Çocuklar anne ve babalarını dünyanın en önemli ve kudretli insanları olarak görürler. Çocukların, anne ve babaları tarafından kabul edilip, sevilip desteklenmesi, başka hiçbir kimsenin yapamayacağı kadar, onları mutlu ve yaşamlarından doyumlu kılar.
Genç yaşta evlilik dışı cinsel ilişkiye giren kızların büyük bir çoğunluğunun, ilk defa yaşamlarında "ben değerliyim, önemliyim" duygusunu, bir erkekle cinsel olarak beraber oldukları zaman yaşadıkları gözlenmiştir. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete (gang) kurarak, çoğu kere ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır. "Ben değerliyim" duygusunu aile içinde elde eden birey, kendini kanıtla- mak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
Anne, hipokondriyak (hastalık hastası) olup, her fırsatta «anne>> olma sorumluluğundan kaçarak kendini yatağa atıyorsa, aile sistemi içinde yer alan teyze, hala ya da yetişkin kız çocuklardan biri, annelik görevini yüklenir.