Büyük suçlular, Tanrı alçaklıklarından bıkıp, inançsız yaşamlarına bir son verene kadar, beraberlerinde engelleri aşmalarını, tehlikelerden uzak durmalarını sağlayan bir tür tılsım taşırlar.
“nasıl bir his biliyor musun?
oda geniş ama sığamıyorsun,
bak kapı orada ama çıkamıyorsun,
pencere açık ama nefes alamıyorsun,
birşeyler düğüm düğüm dizilmiş boğazına,
ama ne yutabiliyorsun ne atabiliyorsun…
sorarsan eğer ‘hayat nasıl’ diye,
‘tatsız tuzsuz ekmek gibi’ dersem, anlar mısın?”
Bir vakit, ikimiz de sustuk. Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden de doğmuyormuş gibi geldi bana. Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
kadının mavi bir cildi vardı,
erkeğin de öyle.
erkek gizledi bunu
kadın da öyle...
arayıp durdular hayatları boyunca,
kendileri gibi mavi olanı.
günün birinde birbirlerinin yanından geçtiler
ve bunu asla bilemediler…
ortalama insanda
herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
ve cinayet konusunda en becerikliler
cinayet karşıtı vaaz verenlerdir
ve nefreti en iyi becerenler
İnsanlık, sosyalleştiğinden beri, iyilikten, hayali bir mıknatıs yaratıp, tarafından çekilmeyi beklemiş, ancak çekim gücü, insanlığı bir araya getirmeye yetmemişti. Çünkü gerçek değildi. Çünkü insan hayatı, iyilik topraklarında geçmiyordu. Gerçek olan kötülüktü. Beş duyudan beş kez geçip, duygu ve düşünce doğurtacak olan, kötülüktü. Ve amaç sınırı geçmekse, bu sadece kötülüğün itme gücünün kullanılmasıyla olanaklı hale gelecekti. İnsanlığın iyiliğe yönelmesinin tek yolu, kötülükten kaçması olacaktı.