Kaldı ki, zenginlerin dışlayıcılığı -hiç kuşkusuz, eğitim düzeylerinin gittikçe yükselmesi ve onlarla yoksulların kaba şiddeti arasındaki uçurumun gittikçe büyümesi yüzünden- toprakların yüzeydeki çok geniş bölümlerinin onların çıkarına kapatılmasına varıyor. Örneğin, Londra dolaylarında en iyi toprakların belki yarısı dışarıdan gireceklere kapatılmış bulunuyor. Ve yine -yükseköğrenim sürecinin uzunluğu ve pahalılığından, zenginlerin incelmiş alışkanlıklarına sağlanan kolaylıklar ve özendirmelerden dolayı- büyüyen bu uçurum iki sınıf arasındaki alışverişin, şu anda türümüzün toplumsal tabakalaşma yüzünden bölünmesini geciktiren sınıflararası evliliğin her geçen gün biraz daha seyrekleşmesine yol açacak. Böylece, en sonunda, yerin üstünde zevk, rahatlık ve güzellik peşinde koşan Varsıllar'ı, yerin altında da Yoksullar'ı, durmadan yaptıkları işin koşullarına uyarlanan İşçiler'i bulacaksınız.
Kadınların genellikle çok sakin olmaları beklenir fakat erkekler gibi kadınlar da hissederler; becerilerini geliştirmek için uygulamaya ve çabaları için bir alana, erkek kardeşleri kadar ihtiyaç duyarlar; çok katı bir sınırlandırmanın, çok mutlak bir durağanlığın sıkıntısını aynı erkeklerin çekeceği gibi çekerler ve onların muhallebi yapıp çorap örmekle, piyona çalıp çanta süslemekle, yetinmeleri gerektiğini söylemek, onlardan daha çok ayrıcalığa sahip yoldaşlarının dar görüşlülüğüdür.
Namusun o zamanlar -hatta şimdi de öyle- kadının hayatında dinsel bir önemi vardı ve namus kendisini sinirlere ve içgüdüleri öylesine sarıp sarmalamıştır ki, onunla bağlarını koparıp ona gün ışığına çıkarmak çok nadir bulunan bir cesaret ister.
Yine de işçi sınıfında olduğu gibi kadınlar arasında da bir tür deha var olmuş olmalı. Ara sıra bir Emily Bronte ya da Robert Burns çıkıverir ve böylesi bir dehanın varlığını kanıtlar. Fakat kuşkusuz bu deha asla kendini kağıda dökemedi. Öte yandan suya batırılarak cezalandırılan bir cadı, içine kötü ruhlar girmiş bir kadın, şifalı bitkiler satan bilge bir kadın, hatta bir anneye sahip dikkat çekici bir erkek hakkında yazılar okuduğumda, kayıp bir romancı, bastırılmış bir şair, dilsiz ve tanınmamış bir Jane Austen, Yeteneğinin kendisini içine soktuğu işkenceden delirerek kırda beynini patlatan ya da yol kenarlarında üzgün üzgün gezinen bir Emily Bronte’nin izinde olduğumuzu düşünüyorum. Gerçekten de bu kadar çok şiir yazıp hiçbirini imzalamayan “Anonim”in çoğu zaman bir kadın olduğunu tahmin etme cüretinde bulunurum.
“Kadınlar yüzyıllardır erkeklerin görüntüsünü doğal boyutlarının iki katı büyüklüğünde yansıtmanın sihirli ve enfes gücüne sahip bir ayna işlevi görmüşlerdi.”
Virginia Woolf 1860’lar kadınlarının fakirliğini sorgularken şu cümleyi kullanmıştır “… ilk olarak para kazanmak onlar için imkânsızdı ; ikinci olarak da bu mümkün olsaydı bile hukuk kazandıkları parayı kendi ellerinde tutma hakkını onlara tanımıyordu.”