Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

sercan

sercan
@sercanoez
Sıkı Okur
İstanbul
18 Aralık
25 okur puanı
Mart 2023 tarihinde katıldı
Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır.
Sayfa 423Kitabı okudu
Reklam
Ordumuzda, Harbiye'de muhtelif diller okunuyor, Rusça ve Farsça dahil tercümeler yapılıyordu, tıbbiyemizde her milletten profesör vardı. Arkeolojik kazılar yapıyorduk ama Cumhuriyet Türkiye'si bu arkeolojiyi universitede, akademik bir öğretim dalı ve bilimsel disiplin haline getirdi. Batı müziğine Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz bile vakıf. Hatta Sultan Abdülaziz ve Sultan Murad'ın besteleri var ama o müziği geniş kitlelere öğretecek, sevdirecek, götürecek insanları ancak Cumhuriyet'in devlet konservatuvarları yaptı. Bu iş Cumhuriyet'in başarısıdır.
Sayfa 238Kitabı okudu
304 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Cumhuriyet'in Doğuşu
Cumhuriyet'in Doğuşuİlber Ortaylı
8.8/10 · 646 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Geleceğin Göstergesi
General İoannis Metaksas: "Yok oldu zannettiğiniz ordularını Türkler yine toparlar ve bir sabah aniden karşınıza çıkarlar." Atatürk Samsun'a çıktıktan bir buçuk yıl sonra millî ordu oluşturulmuştur. İki yıl sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin içte, ama asıl önemlisi dış dünyada itibarını ve varlığını pekiştiren Sakarya Meydan Muharebesi, General Metaksas'ın kehanetinin doğruluğunu gösterdi. Hiç şüphesiz Kurtuluş Savaşı'nı hazırlayanların girişimi bir kumar veya kehanet değil ortak asker aklının bilgeliğine dayanır. Bütün mesele inanmaktı.
Sayfa 142Kitabı okudu
Çocuklar Bu Vatanın Ana Unsuru
Bir devletin ve sistemin kuruluşundaki ruh yaşadıgı, kutsandığı derecede istikbale emin adımlarla yürünür. Büyük Millet Meclisi'nin açılışının kutlandığı bayrama 1927'den beri sadece Millî Hâkimiyet Bayramı değil, aynı zamanda Çocuk Bayramı deniliyor. Çünkü çocuklar bu vatanın ana unsuru olarak düşünülmelidir. Atatürk'ün 23 Nisan'ı çocuklara armağan etmesi çok önemlidir. Bugün 21. yüzyıldayız. Ama 20. yüzyılda Nazi kamplarında insanları, çocukları fırınlara attılar. Çocuklar dünyada büyük acılar çektiler. Böyle bir yüzyılda Atatürk'ün çocuklara bayran armağan etmesi hakikaten önemli bir şeydir.
Reklam
Göktürklerden Beri Tarihte Bir İlk
Büyük Millet Meclisi, "Türkiye" adını almıştı. Göktürklerden beri tarihte ilk defa "Türk" adı kullanılmaya başladı. Hükümet saltanat ve hilafeti, işgalin zor şartlarından kurtarmak, vatanın bağımsızlığını gerçekleştirmek için toplanmıştı. Bu nedenle hâkimiyetin "bilâ kaydü şart" Türk milletine ait olduğu vurgulanıyor ve yine bu nedenle kürsüdeki başlık o günden bu güne tartışılıyor. Bazı yazarlar ve hukukçular bu sloganın meşruti monarşi dediğimiz sistemle bağdaştığını, bazıları ise artık yeni bir hâkimiyet ve yeni bir devletin ortaya çıktığını söylüyorlar. "Egemenlik ulusundur." Bugün bile Millet Meclisi'nin şiarı budur.
Daha anlayamamıştı, sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi...
Sayfa 356Kitabı okudu
Hiçbir şey dost değil bu evrende. İnsanların anlamasının zamanı geldi. Güneşin sayesinde değil dünyadaki hayat. Güneşin dünyayı buharlaştırma arzusundan dolayı hayat var gezegende.
Sayfa 305Kitabı okudu
Bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana, hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü. Ama hoşuma gitmeyen şeyler, içinde yine karşıma çıkan o insani kurnazlığı, ikiyüzlülüğü barındıran mezar taşı yazıları, dini sembollerdir. Yine devreye insanın yarattığı o tiyatro sahnesinin plastik dekorları giriyor ve ölümü dahi kendi çıkarına göre biçimlendiriyordu. Değil Tanrıya, kendine bile inanmamış bir insanın başına çakılan haçlarla, yıldızlarla, oyunun devam etmesini sağlıyordu.
Sayfa 259Kitabı okudu
bu aralar modum böyle :')
Çok âşığı var İstanbul'un. Paris ve New York gibi. Çok bağımlısı var... Eski, yeni. Binalar, yokuşlar. Hiçbir şey ifade etmiyorlar bana. Hatıralarım beynimde benim. Betonun üstünde ya da ahşap bir evin avlusunda değil! Tek tavan gökyüzüdür. Gerisi her yerde aynı. Mimarlık bilimdir. Sanat değil. İnşaatlarında kullanılacak demir çubukların kalınlığı aynı olduktan sonra binalara âşık olmanın pek bir yararı yok. Şehirler, hele İstanbul gibi ölçüsüzce büyük olanlar, hayvanat bahçesinden farksız. Üstadın dediği gibi: "Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!"
Sayfa 209Kitabı okudu
Reklam
Çamurdan yarattığı insanoğlunun içinden birinin hâlâ çamur olarak kaldığını görmek korkutuyordu yukarıdakileri. Çamur kadar şekilsiz, yararsız, pis bir yaratık istemiyorlardı ayak altında. Ne de olsa cennet de cehennem de insanlar içindi. Hala çamur olanlar için değil! Ne Tanrı ne de şeytan. İkisi de kirletmek istemiyordu elini, beni hükümdarlıklarına sokarak. Belki çözüm olarak soğumamış çamurumdan birkaç insan yaratıp geri yollamayı düşünüyorlardı. Belki de suyla karıştırıp yok etmeyi.
Sayfa 191Kitabı okudu
"Seni anlıyorum!" demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada... Var olan en sağlam zırh insan vücududur. İçindekileri en iyi saklayan kasa odur. Koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. Deliliğin kokusunu, anormalliğinin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında. Sadece gördüklerin vardır. Beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu.
Sayfa 181Kitabı okudu
Yalnızlık kurşun geçirmez. Dostluk, aşk, aile geçirmez. Hiçbir şey geçirmez. Dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. Cerahat yapar. Antibiyotiğini de kendinde besler. Yeter ki nerede olduğu bulunsun... Ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. Vücudumun neresinde? Sonra karar veririm. Ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...
Sayfa 148Kitabı okudu
Romeo ve Juliet'in yaptıkları gibi beraber ölmeyi tercih edenlerin sayısı çağımızdaki kadar az olmasaydı, belki inanırdım ben de sadakate. Ama bir insanı gömmek dostluğunu, aşkını da gömmek olduğundan ve aynı insanın içini doldurup bir heykel gibi evin en güzel yerine koymak da pek kullanışlı olmadığından, yapacak bir şey yok. Fazla bir tercih imkânı yok. Canlıların birbirini öldürüp yemelerini ana hareket edinmiş ekolojik sistem ne kadar faşistse, öleni gömmek de o kadar canavarca.
Sayfa 110Kitabı okudu
184 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.