Sana ev mi yoktu, ocak mı yoktu;
Afşın'ım, yürek mi, dudak mı yoktu;
Topraktan başka bir kucak mı yoktu
Ki gidip yerleştin mezarlıklara!
Ben de başlasam mı hazırlıklara?
Bu
süreçte önemli rolü Avrupalı uzmanlar oynamıştır.
Bunlardan bazıları şahsen gelmiş ve Müslüman
olup Osmanlı Devleti’nin hizmetine girerek
Osmanlıların yazgılarına ortak olmuştur.
Bunlardan biri Fransız bir asilzade olan ClaudeAlexandre
Comte de Bonneval’dir. Bonneval 1729
civarında Osmanlı ülkesine gelmiş ve humbaracı
birliğini yeniden
Garp,
Şark’tan çok daha gizemli bir halde kalmış ancak
muadil bir merak uyandırmamıştır. İki tarafın
farklı algıları birbirlerinin dillerine yönelik
tavırlarında açık bir şekilde görülmüştür. Doğu
dilleri çalışmaları Avrupa üniversitelerinde,
Helenist ve Latinist ifadelerine benzetilerek
Oryantalist/Şarkiyatçı olarak adlandırılan ilim
adamları tarafından yoğun bir şekilde
yürütülmüştür. Nispeten çok yakın bir tarihe kadar
Şark’ta Oksidantalist/Garbiyatçı yoktu.
Belirgin bir şekilde, bu yeni tehditlere karşı
koymak için yeni önlemler alınmalıydı. Bazı
önlemler kabul görmüş İslam düsturlarını ihlal
ediyordu. Ulemanın önde gelenlerine soruldu ve
onlar da iki temel değişikliğe izin verilmesine onay
verdiler. İlki kâr hocaları kabul edip eğitimlerine
Müslüman öğrenciler vermekti. Bin yıldan daha
fazla zamandır dıştaki kâr ve barbarları, İslam
topraklarındaki işler için ham kas gücü sağlamaları
ve İslam inancına dönmeleri haricinde değerli bir
şeye sahip olmadıkları için hakir görmeye alışan bir
uygarlık için bu sarsıcı derecede büyük bir
yenilikti.
İkinci değişim kârleri, diğer kârlerle yapılan
savaşlarda müttek olarak kabul etmekti.
Osmanlılar savaşlarında bölgesel olarak toplanan
Hıristiyan birliklerini, hatta ortak bir Hıristiyan
düşmana sahip oldukları Hıristiyan güçlerinden
alınan ve destek olarak görev verilen grupları
kullanırdı. Osmanlı kayıtları İslam’ı benimsemiş
Balkan halklarından olanlara ek olarak Hıristiyan
kaldığı halde Osmanlı birliklerindeki destek
kuvvetlerinde hizmet veren Hıristiyanlar olduğunu
gösterir.
Kırım ise ayrıydı; burası Ortaçağ’a kadar geçmişe
dayanan eski bir Türk Müslüman toprağıydı ve
buranın kaybı memleketin parçalanması gibiydi.
Bu, Müslüman toprak ve nüfusun Hıristiyanların
eline ilk fakat
hiçbir şekilde son olmayan geçişiydi.
Karlofça’da imzalanan barış Osmanlı ülkesine
iki ders verdi. İlki askeriydi, daha üstün bir güç
tarafından mağlup olunmuştu. İkinci ders daha
karmaşık olmak üzere diplomatikti ve görüşmeler
sırasında öğrenilmişti. Osmanlı deneyiminin ilk
yüzyıllarında antlaşma yapmak basit bir meseleydi.
Osmanlı Devleti şartlarını dikte eder, mağlup
düşman kabul ederdi. Birinci Viyana
Kuşatması’ndan sonra kısa bir süre, bir tür
görüşme yapılmış ve hatta şaşırtıcı
bir yenilikle kayzerin
konumunun sultanla eş olmasına yönelik
taviz verilmiştir ancak bu da öyle ya da böyle kesin
bir sonuç değildir. Karlofça Antlaşması
görüşmelerinde Osmanlılar ilk kez olmak üzere
diplomasi dediğimiz tuhaf sanata başvurmak
zorundaydı; böylece siyasi yollarla askeri neticenin
sonuçlarını değiştirme ve hatta azaltmayı
deniyorlardı.
Hıristiyan güçleri birtakım başarılar elde edebilmişti; bunlar arasında anılmaya değer birisi 1571’de Yunanistan’ın Patras Körfezi’nde kazanılmış olan İnebahtı Deniz Savaşı’dır. Avrupa’da bu tabii ki büyük bir başarı olarak addedildi. Bütün Hıristiyan dünyası bayram etti ve İskoç Kralı VI. James (sonradan İngiltere Kralı I.
James) bu zaferi kutlamak için uzun ve sermest bir şiir yazacak kadar duygulandı.
İnsanın bu hayatta başkalarıyla paylaşamayacağı, gözyaşlarını bile saklayacağı, herkesten her şeyden saklanacağı dönemler olur. Her gün hayat yeniden başlar, yeni gün yeni umutlara gebedir ve insan yine kendini avutacak bir şeyler bulur.