Ama sen benim için kimsin ki, beni asla, asla tanımayan, suyun kenarından geçer gibi yanımdan geçen, taşa basar gibi üstümden basan, sürekli çekip giden, çekip giden ve beni ebedî bir bekleyiş içinde bırakan sen...
Bütün, bütün insanlar beni şımattılar, hepsi bana karşı çok iyiydi - yalnız sen, yalnız sen, yalnız sen beni unuttun, yalnız sen, yalnız sen beni hiç tanımadın!
...asla sana olan aşkımı ayıplamadım, seni daima sevdim, karşıma çıktığın ânı daima şükranla andım. Tekrar o günlerin cehennemine dönmem gerekseydi ve beni neyin beklediğini önceden bilseydim, bir kez daha yapardım sevgilim, bir kez daha ve binlerce kez!
...ama ruhumun en karanlık noktasında, değersizliğimin en bilincinde olduğum anlarda bile bunu, bu bir tek şeyi, bu en korkunç ihtimali hesaba katacak kadar ileri gitmemiştim: varlığımın farkında bile olmamanı.
Bir karış suratla, can sıkıntısı içinde, küskün küskün ortalıkta dolanıyor, annem ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerime bakıp ümitsizliğimi anlamasın diye azami dikkat gösteriyordum.
Ah, bilsen ne sersemlikler yaptım! Tuttuğun kapı tokmağını öptüm, binaya girerken attığın puro izmaritini aldım; benim için kutsal bir izmaritti, çünkü ona dudakların değmişti.
Sürekli çevrende, sürekli gerilim ve hareket halindeydim ama sen bunu, çantanda taşıdığın ve karanlıkta sabırla zamanı ölçen, duyulmaz kalp atışlarıyla yollarına eşlik eden ve telaşlı bakışının tik tak eden saniyelerin ancak milyonda birinde uğradığı saatini çalıştıran yayın gerilimi kadar az hissediyordun.
Ateşe atlamış gibiydim. Gösterdiğin şefkatin sadece bana, bir tek bana yönelik olduğunu sandım ve içimdeki, o sırada karşında duran yeniyetmenin içindeki kadın, tek bir saniye içinde uyanarak sonsuza dek senin esirin oldu.
Herkesin sende sonradan sezdiği şeyi ben farkında olmadan daha baştan görmüştüm; ikili bir hayat yaşıyordun, bu hayatın bir yüzü aydınlık ve dünyaya açık, sadece senin bildiğin diğeri ise alabildiğince karanlıktı.