Varoluş, anlamlandırma gayretine girdiğimiz bir boşluktur. Hiçlik diyemem, bu varoluşumun piçliği olurdu. Hayattayım, üstelik varım ve varlığımı anlamlara borçluyum
Varlığım olmuş olmamdan gelmiyor, olma gayretimden geliyor. Olduğumu düşündüğüm an, bir sinek olup lambaya konarım.
Üstelik varoluşumun fanatiği değilim, bir gün bu maske düşecek ve oyundan çıkacağım. Eğer şanslıysam ve eğer gayretim onurluysa, sahneden indikten sonra bile varlığım benden sonra rolüne devam edecek. Tıpkı Shakespeare'in dediği gibi;
"All the world’s a stage,
And all the men and women merely players;
They have their exits and their entrances;"
Keyfim yerinde: Tanrı iyi. Ağlamaklıyım: Tanrı kötü. İlgisizim: Tanrı tarafsız. İçine girdiğim haller O’na mütekabil sıfatları verir; bilgiyi sevdiğimde O her şeyi bilir, kuvvete taptığımda da O her şeye kadirdir. Şeyler bana var gibi mi görünmektedir? Var olurlar. Bana yanılsama gibi mi görünmektedirler? Buharlaşırlar. Bin gerekçe O’nu destekler, bin gerekçe de yok eder; coşkularımla canlanıyorsa da hırçınlıklarımla soluksuz kalır. Bundan daha değişken bir suret yaratamazdık: O’ndan bir canavarmış gibi çekiniriz ve O’nu bir haşere gibi ezeriz; ilâhlaştırırız O’nu: varlık O olur. O’nu reddederiz: hiçlik O olur. Dua, Yerçekimi’nin yerini bile alsa O’na evrensel bir süre temin edemezdi: Daima anlarımızın keyfine kalırdı. O’nun alınyazısı, ancak safların ya da geri zekâlıların gözünde değişmez olmaktır. Tek bir kez incelendiğinde ne olduğu açığa çıkmaktadır: yararsız dava, anlamsız mutlak, dangalakların patronu, yalnızların eğlencesi, ruhumuzu eğlendirip eğlendirmemesine ya da coşkularımıza musallat olup olmamasına göre saman çöpü ya da hayalet.
"Sana sustuklarımı duydun mu?" diye soruyordu bir şiirde. İnsan, bazen sessiz bir çığlığın arifesinde son kez bakıyor muhatabına. Kelimelerin taşıdıkları yükleri çekiyor önce, anlamları oyalıyor, sesleri yutuyor. Üstü başı kaygıyla bulanmış bir sabah mide bulantısına sığınıyor.
"Duygular dünyasından çık".
İyi de, oradan çıksam yine ben olarak kalacak mıyım?
"Sen her zaman olacaksın, istemesen bile dünyada bir yer kaplamaya devam edeceksin"
Görülmesem bile mi?
"Görülmesen bile...."
Erkek kadının karşısında ağladığında,
babası, kardeşi, sevgilisi... Kim olursa olsun,
çocuğu gibi oluverir kadının gözünde.
Ah! Seni rahatlatmak için ne yapabilirim?
Ahh bu içimdeki şefkata susamış çocuğun çığlıkları... Kereler kere şişmiş gözlerle bana sığınmaları... Dünyada kapladığı yer kadar beslediği umutlar... Açlığı, susuzluğu, huzursuzluğu... Kaldıramıyorum a dostlar.
Büyü diyorum artık, kızım büyü. Çevrende bu kadar şeytan kol gezerken, senin kırmızı pabuçlarına kim gülümsesin. Büyü, büyü de yaşa şu hayatı dibine kadar. Bir insan sarılmaktan yorulur mu?
Yoruldum. Sana kollarımı sunmaktan yoruldum. Büyü kızım, büyü de dize getir tüm hayallerini. Büyü...
Hoş geldin 26 yaşım!
Lütfen bana sağlık getir, gerisini ben hallediyorum! 25 yaşımda kendimi bildim, evet gerçekten bildim. Her zaman düşünme cesareti gösterdiğim için kendimle gurur duyuyorum. 19 yaşımdan beri aklıma "Sapere Aude" mottosunu işlediğimden beri durup düşünüyorum ve korkularımı iyileştiriyorum. Bu yeni yaşımda da gelişmeye devam edeceğim...