"Şimdi biz çocuklarımızı kendimiz dünyaya getirdiğimiz için sevdiğimizi, onları ikinci biz diye kabul ettiğimizi göz önüne alarak kendimizden başka şeyler ürettiğimizi de görebiliyoruz. Az övgüye değer değil kendi ruhumuzun içinde doğurduğumuz şey. Kendi aklımızın yeteneğimizin, kendi bedenimizin en soylu ürününün parçası. Kendimizin en arı ürünüdür. Biz kendi kuşağımızın hem annesi hem babasıyız. Bize en pahalıya mal olan çocuklarımızdır. Eğer onların iyi yanı olursa, bize en çok onuru da onlar getirir. Çünkü çocuklarımızın diğer değerleri, bizden çok onlara aittir. Bizim payımızsa çok azdır. Ama bizim çocuklarımızın durumunda tüm güzellik, incelik ve değerler bize aittir. Diğerlerinden daha çok bizi temsil eder, daha çok bize benzerler."
Okurken denizin dalgalarını ve martı seslerini duyduğum; denizin tuzlu suyunu tattığım; denizden esen rüzgârları bol bol hissettiğim bir kitap oldu. Yurdum insanının günlük yaşamından sahneler canlandı gözümde. Deniz insanlarının ve kara insanlarının yaşamının, karakterlerinin birbirine olan karşıtlığını onlarla beraber yaşadım. Denizin ne yaparsan yap o dinmeyen bitmeyen hırçınlığının ve asi oluşunun yanında toprağın sen ne verirsen ver seni hüsrana uğratmamak için uğraşması... Biri dik başlı, dediğim dedik, boyun eğmez özgür bir ruh; öbürü "Bana bir damla su verdin al sana marul, al bu patatesleri de, hepsi senin" diyor. Biri bu kadar başına buyruk iken, diğerinin uysal olması birbirlerinin ne kadar zıt olduklarını gösteriyor. Denizde verdiğin yaşam mücadelesinin yarısı bile karada yok. Eker, biçersin, sularsın; ver sevgini al sevgini. Ama denizde öyle mi? İstediğin kadar hoş tutmaya çalış gönlünü, o istediği gibi davranır. Biraz bencilce davranıyor sanki. Toprak uyumlu davranır, sever sayar. Ben bunu aynı insanların ruhlarına benzettim. Peki siz deniz insanı mısınız yoksa kara insanı mı?