Godard’ın 1965’te, Truffaut'nun 1966’da ele aldığı, Michael Radford’un ise 1984’te yinelediği düzen ve dizge’den özgürleşme sorunu, 2000’li yıllara gelindiğinde Kurt Wimmer tarafından Equilibrium’da (2002) yeniden ele alınacaktır.
Akıl Çağı’nda yatıştırıcılara ihtiyaç vardır. Makina Çağı’nda. Proziumlara. Prozaclara. Düşünmek ve hissetmek yasaklanmıştır çünkü. Düşünmeyi ve hissetmeyi harekete geçiren her şey! Felsefe ve sanat, kitaplar ve tablolar. İnsanı insan yapan her şey!
En önce La Gioconda (Mona Lisa) yakılır. En başta. Sonra ele ne geçerse. Kitaplar, tablolar, kısaca duygulanıma geçit veren her şey.
Hissetmek ve sevmek yasaktır bu evrende.
Başrahip John Preston (Christian Bale), kendisi gibi rahip olan en yakın arkadaşı Partridge’i (Sean Bean) öldürmeden evvel bir mabedde sıkıştırır. Bir katedral yıkıntısında.
Partridge, her şey bitti, der sakince, bizi biz yapan herşeyi yok ettik!
Ardından da tüm filme anlamını veren, William Butler Yeats’ın bir şiirinden, Cloths of Heaven'dan (1899) şu dizeleri okur:
"Elimde olaydı atlaslar sererdim ayaklarının altına
Ne ki garibanın tekiyim, varım yoğum düşlerim
Düşlerimi serdim ben de ayaklarının altına
Nazik ol lütfen, üzerine bastığın benim düşlerim"
Hür Adam (2010)
En çok bir ilkokul müsameresi kıvamında. Can Dündar’ın Mustafası
(2008),
Zülfü Livaneli’nin Vedası (2010) kadar.
Ortak vasıfları, kötü çekilmiş kötü film olmaları. Tüm sermayeleriyse sözüm ona ideolojik haklılık.
Güçlerini sadece inançlarından alıyorlar çünkü.