Çoğu zaman, iyimser söylentilerin alevlendirdiği, savaşın çabucak biteceği umutları suya düşüyordu. Bazılan umutlarını hepten yitirmişti, ancak en can sıkıcı olanlar, uslanmaz iyimserlerdi.
Hepimiz, kendimizi canlıdan çok bir ölü gibi hissediyorduk. Çocukluğumun geçtiği sokaklara, meydanlara ve evlere, başka bir dünyadan gelen ve hayalet şehrine bakan ölü bir insanın gözleriyle baktığım duygusuna kapılmıştım.
O anda, ne kadar dehşet verici olursa olsun hiçbir rüyanın, bizi çevreleyen ve kendisini sarstığım takdirde adamın uyanacağı kampın gerçeklerinden daha kötü olmadığının, yoğun bir şekilde bilincine vardım.
Şimdi bize, insanı kabaca her şeye alışabilen bir varlık olarak tanımlayan Dostoyevski’nin sözlerinin doğru olup olmadığı sorulacak olursa, cevabımız, “Evet, insan her şeye alışabilir, ama nasıl olduğunu bize sormayın,” olacaktır.
Psikiyatride "af yanılsaması” denilen bir durum vardır. İdama mahkûm edilen bir insan, infazından hemen önce, son dakikada affedilebileceği yanılsamasına kapılır. Biz de umut kırıntılarına dört elle sarılmıştık ve sonuna kadar, çok kötü olmayacağına inanmıştık.