Rahatlarına düşkün olanları çevrelerine yığdıkları koyu renk eşyanın çokluğundan anlarım: Uyumak isteyen odasını karanlık tutar, ya da bir mağarada kıvrılıp yatar... Bu ise en çok neyi aradıklarını bilemeyip bilmeyi de çok arzulayan kimseleri gösterir.
"Başımızın üstünden
Uçup giden
Avare bir bulutun düşüncelerine dalmış
Ve sesi
Küçük bir mızrak gibi ufku baştan başa dolaşmış
O karga
Haberimizi ulaştıracaktı şehre
Kendinin derin olduğunu bilen kimse aydınlığa yönelir; kalabalığa derin görülmek isteyen kimse ise karanlığa yönelir. Kalabalık dibini göremediği her şeyi derin sanır çünkü: Öyle korkaktır ve suya da öyle istemeyerek atılır ki!
Bir sınır vardır ki insan gözünün görme gücü, onun ilerisinde kendi zayıf olanakları için çok incelip ufalmış olan kötü içgüdüyü göremez artık; insanoğlu iyiliğin alanını orada başlatır işte; ve bu alana girmiş olma duygusu kötülüğün sınırlayıp tehdit ettiği bütün içgüdüleri, güvenlik, rahatlık, iyicillik duygularını da aynı anda uyandırır onda. Onun içindir ki göz ne denli zayıf olursa iyiliğin alanı da o denli büyük olur! Halkın ve çocukların bitmez tükenmez neşesi bundandır! Büyük düşünürlerin umutsuzluğu ve kötü vicdanın hısımı olan o asık yüzlülükleri de ondandır.