Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Akasyalı istasyon yolundan yukarıya doğru tırmanırken hayal gücüm tarafından değiştirilmiş ve onarılmış geçmişimi, yanlış tarihimin, sıkıntılı zamanlarımın yerine koymaya çalışıyor, ışıkları yanmaya başlamış çarşıda esnaf tanıdıklarımı bu değiş tokuşla yüzümde belirdiğini umduğum ıssız gülümsememi de katarak selamlıyor, tenhalaşan toprak zeminli dar sokakta kümbetin yanındaki kalın ahşap kapıyı yol boyunca elimde tutup ısıttığım demir anahtarla açıyor ve karanlık avluya yavaşça dalıyorum. Avlunun arka kapısı da var. İç bahçeye açılıyor. Yaprak kımıldamayan bir iç bahçe. Sonra ev ve eş. Sessiz eş. Ve çocuklar. Kimse bir şey konuşmuyor.
Sayfa 137 - UstaKitabı okudu
Söz döndü dolaştı eve geldi. Ona bir ara biliyor musunuz, biz aslında evlerde bir başımıza değiliz, evin duvarlarından geçen telefon hatları, elektrik kabloları, su boruları, evlerin içlerinde cirit atan, radyo, televizyon dalgaları, banyolardan, helalardan, mutfaklardan akan şeyleri boşaltan borular bizi çepeçevre sarmışlar, her şeyimizi biliyorlar dedim. Sonra biraz durdum. Niye bu denli konuştum, ne oluyor bana, acaba Süleyman Bey'e şirinlik mi yapıyorum diye düşündüm. Tarih boyunca çok korkutulmuş atalara sahip bir çocuk, sofraya oturunca azıcık konuşmuştu. Yok bir şey, yok bir şey diye korkumu yatıştırdım, sırtımı sıvazladım.
Sayfa 134 - KiracıKitabı okudu
Reklam
Bense Süleyman Bey'e düşümü, babamı, uzaktaki bir köşede akşamları sokaklarına kurt inen kentimizi, zankasını sürerken poşusunu, kalpağını, paltosunu ve alın palanını kar kapladığı için sadece gözlerinden tanınan faytoncuyu anlatmıştım nedense. Tanımadığı adamlardan, şairlerden bahsetmiştim. Bu eski halıcı ev sahibime en çok Hereke halılarının ince, nakış gibi desenlerini sevdiğimi de açıklamıştım. Teypte çalan kasetin sesini "sandalım geliyor varda" söylenirken biraz açtırmış hatta bir bölümüne eşlik etmiştim.
Sayfa 134 - KiracıKitabı okudu
Bizimki hayatta iken asude bir gül bahçesiydim, şimdi susuz, şuursuz ve karanlık bir sarnıca döndüm dedi Süleyman Bey sözünü noktalarken. Eski güzel günlerini, hafta sonları gittikleri Ada gezilerini, gençken, rahmetliye daha yeni yeni âşık olmuşken bir arkadaşından duyduğu "Bir bakıştan daha zalimce bir şey olamaz" sözünü sonradan yazdırıp dükkândaki yazıhanesinde camın altına yerleştirdiğini anlatmıştı.
Sayfa 134 - KiracıKitabı okudu
Kalkıp çarşıya yürüdüm. Balık pazarının gece gündüz yanan güçlü lambaları, akşamın alacakaranlığında tezgâhlarda yatan parlak ölü balıklarla çelişen bir canlılık yaratıyordu. İnsanlar ölü balıkları seçip ayırıyorlardı. Tezgâhtarlar seçilen balıkları ayıklayıp, kesip doğruyorlardı. O kesilip doğranan balıklar, şifa olsun diye afiyetle yeniyordu. Bunlara dalmış, yürüyorken, Süleyman Bey aniden karşıma çıktı. Biraz terliydi, koşu yapmış gibiydi. Aklımdan beni izlemiş, sonra da yolumu kesmek için yan sokaktan koşup ileriden caddeye çıkarak karşıdan geliyormuş da şöyle tesadüfen karşılaşmışız havası yaratmak istemiş diye pek olmayacak kuşkulu bir senaryo geçti. Kendi senaryoma ve Süleyman Bey'e gülümsedim, merhaba dedim.
Sayfa 133 - KiracıKitabı okudu
İskeleye kadar yürümüş, Barbaros heykelinin dibinde kaykaylarıyla terleyen çocukların yanından geçmiş, seyyar tezgâhtan çay alıp denize karşı oturmuştum. Dehşetli bir hayhuy vardı etrafta, yapraklarını döken çınarlar, akasyalar, huş ağaçları, bankın arkasına, batan güneşe karşı çimlere serilmiş sarman, biraz ötede kayaların üstüne tünemiş martı ve karabataklar, simit arabasının dibine park etmiş bal renkli deneyimli bakışlı köpek ve ben bu hayhuyu sakince gözlüyoruz, ama antenlerirniz açık, niye, niye mi ablalarım abilerim? Her an ortaya çıkabilecek en ufak bir olağandışılığı, bilinmezliği, vuzuhsuzluğu, merhametsizliği, rikkatsizliği sineye çekerken fazla örselenmeyelim, kim vurduya gitmeyelim diye. İşte bizim huzurumuz böyle pamuk ipliğine bağlı. Kentin, o koca makinenin huzuru, bu teyakkuzu gerektiriyor, oturduğun bankın aslında kaynayan bir kütlenin kenarına konulduğunu duyumsuyorsun. Rüzgâr ve bulutlar ise kargaşanın ahengine uygun, aşağı doğru acele bir yürüyüş tutturmuşlar, liseli kızlar havalanmak isteyen hırçın eteklerini elleriyle sakinleştirmeye gayret ediyorlar, oğlanlar el şakaları yapıyorlar, vapurlar ve sonbahar bir kez daha hepimizin önünden geçip gidiyor.
Sayfa 132 - KiracıKitabı okudu
Reklam
Burada insan, kırık testileri Hayyam'ı fakirliğin sarı / kara yüzünü cinayetleri toplu kıyımları İstiklal Harbinin asker kaputlarını Lokman Hekim'in meşin önlüğünü hemen arkasından ah! yurtlarından kaçmak zorunda kalanları, toprağına kavuşamayan tohumları, koca gökte kendine yer bulamayan şaşkın bulutları, çözülüp okyanusun tuzunda kayboluveren buz dağlarını bulur. Odanın loşluğu, ceberrut kent makinesinin homurtusunu flulaştırır, uykum gelir, uzandığım tütün sarısından ve zehir yeşilinden dokunmuş koyun kokulu yörük kiliminin yarısını üstüme çekerim. Rüzgâr habire bir kanatı çarpar, tepede martı çığlıkları, bir yerden belli belirsiz çocuk ağlaması ve onu pışpışlayan anne sesi, ne olduğu anlaşılmayan nağmeler, çekilen sifonlar, duyulur. Burası aslında ilk gençliğe ve yaşlılığa yakışan, acının ve tevekkülün hüzünlü arka odası.
Sayfa 132 - KiracıKitabı okudu
Sonra arka odada oyalandım biraz. Burası didaktik bir oda. Küçük bir bahçeye, fazla gelişmemeye özen gösteren incir ağacına, karşı apartmanın mutfak pencerelerine bakıyor. Burada insan, kırık testileri Hayyam'ı fakirliğin sarı / kara yüzünü cinayetleri toplu kıyımları İstiklal Harbinin asker kaputlarını Lokman Hekim'in meşin önlüğünü hemen arkasından ah! yurtlarından kaçmak zorunda kalanları, toprağına kavuşamayan tohumları, koca gökte kendine yer bulamayan şaşkın bulutları, çözülüp okyanusun tuzunda kayboluveren buz dağlarını bulur. Odanın loşluğu, ceberrut kent makinesinin homurtusunu flulaştırır, uykum gelir, uzandığım tütün sarısından ve zehir yeşilinden dokunmuş koyun kokulu yörük kiliminin yarısını üstüme çekerim. Rüzgâr habire bir kanatı çarpar, tepede martı çığlıkları, bir yerden belli belirsiz çocuk ağlaması ve onu pışpışlayan anne sesi, ne olduğu anlaşılmayan nağmeler, çekilen sifonlar, duyulur. Burası aslında ilk gençliğe ve yaşlılığa yakışan, acının ve tevekkülün hüzünlü arka odası. Pencerenin önüne çektiğimiz küçük masanın üstünde kitaplar, kalemler, defterler vardı. Günlük yazmaya gayret ediyordum. En son iki hafta önce bir şeyler yazmışım. İçeri odadan, ışığı söndür de gel yat artık denildi.
Sayfa 132 - KiracıKitabı okudu
Giderken, koltuğun kollarına dayanarak kalktı, hafifçe öne eğildi, sonra saçını yerine koydu, bu koltuktan kalkış, bu saçını düzeltiş, bu mutfağa gidiş, bu evin tarihine yazıldı, zaman denen akışkan metanın bir anına sabitlendi, ki, hayatta kimsenin yanıt aramadığı, bir keşişlemenin esişine, bir badem çiçeğinin açışına, bir küçük kardeşin ıssız gülümseyişine de dokundu. İbrişim bir teyelle.
Sayfa 131 - KiracıKitabı okudu
Öyle yarı sarhoş, yürüyüp emekliler kahvesinin önünden geçip eve geldik. Kahvenin ışıkları sönüktü, sadece o malum kırmızı ampul yanıp sönüyordu arkalarda. Ev bizi yine, beklemekten sıkılmışların çilekeş tevekkülüyle sessiz bir olgunluk içinde karşıladı. Evin içine, bir yerlerine teklifsizce soyunduk dökündük, yuvarlak sehpanın üstündeki lambayı
Sayfa 131 - KiracıKitabı okudu
Reklam
Patron onu biliyordur, aldırma dedim. Şeyda fakültede de öyleydi, militan bir dobralığı vardı, sevenleri de, kızanları da çoktu diye ekledim. Onun fakülteden sonra o yayınevinde basamakları yavaş yavaş tırmandığını düşündüm. Benimse nedense yerimi bulamadığımı, bir işte çok kalamadığımı, bir yanlışlıklar dizisi halinde hayatı sürüklediğimi. Başıma gelen yegâne olumlu şeye, Meryem'e biraz daha sokuldum, sıcaklığını duyumsadım. Böyle durumlarda çoğu zaman olduğu gibi orta bölgelerimizin eril kasabalarındaki kamusal, herkesi tanıyan insanına dönüştüm. Şükran Teyze'ye, Ali Ağa'ya, nalbant Mahmut'a, kahveci Kadir'e selam vermek, meydandaki çeşmeden kalaylı tasla su içip, terimi mahramaya silmek istedim. O sitede ev kiralarsak, bir yarı feodal kasaba doğallığını bile meşru gördüğüm bu düşümün arkasına, her dakika elimin altında olsun istediğim, şu takım bayrağının çevresinde bağıra bağıra yürüyen gençlerin uğultusunu, "Sağ yanımda yara var sol yana dönder beni" türküsünü, kapısında iki sarkık meleğin tasvir edildiği şu aynalı taş pasajı takamayacağım. Benim düşüm yoksa, neye yararım?
Sayfa 130 - KiracıKitabı okudu
Şeyda'nın tezleri çoksatar basan bir yayınevinin sahibine ayıp mı oldu acaba dedi Meryem gölgeli ama parıldayan bir yüzle. Ben o yüze bakmaktan, o sesin gümüşî tonunu işitmekten, bir gizemli müjde almış gibi, yurdunu kaybetmiş bir pazartesiyi güvenli bir taşıta bindirmiş gibi olmuştum. Biraz yağmur sonrası durgun Ekim gecesinde, bizim çıktığımız sokağa benzer sokaklardan çıkıp bir açılır kapanır yelpaze gibi yanımızdan akan kalabalığın sersemletici deviniminden, parıltılı balıkpazarının uçarı kokusundan, biraz da baş dönmesinden, her şeyi uzun sessiz bir sofadan ışıklı bir verandaya, bir güz bahçesine çıkar gibi algılıyordum.
Sayfa 130 - KiracıKitabı okudu
Şeyda'nın dedikleri biraz büyük gelmişti belki, kimsenin orasından burasından kesip, daraltıp üstüne giymeye gayret edecek takati yoktu. Böyle düşünürken kalkalım denildi, uyandım, herkesin yüzüne tek tek baktım, birbirini seven, az seven, hatta arada belki diş de bileyen bu topluluk bir daha asla bir araya gelmeyecek diye düşündüm, daha şimdiden, yarınla, öbür günle ilgili bir-iki sevimsiz kaygının yüzlerine gelip oturduğunu gördüm. İki yanı içkievleri, lokantalarla dolu sokaktan çıkılıncaya kadar ikili üçlü konuşuldu, tekrar görüşelimler filandan sonra yalnız kalabildik.
Sayfa 129 - KiracıKitabı okudu
Şeyda, herkese teşekkür etti, zorlu ama doyurucu bir beş yıl geçirdim diye başladı sözüne, biraz uzun mu konuştu, aralarda ben mi dalıp gittim, bilemedim, edebiyatın endüstriyel damarının yakın bir gelecekte tıkanabileceğini öne sürüyorken yakaladım konuşmayı. Nasıl ki GDO'lu ürünlerin kansere yol açması endişesi insanları doğaya dönmeye, yeni bir yapay eğilime, yeşil endüstriye yönelttiyse, endüstriyel roman da yakında GDO'dan arındırıldığı iddia edilen endüstriyel organik romana dönüşecek, çocuğun, yani yazarın saf yaratıcı oyunu, yetişkinin teknik kültürüyle sulandırılacak, yönlendirilecek, ortalama ötekiyle asla ilişki kuramayan, evlerine kapanan çoksatar okurlarının önüne reklam kampanyalarıyla sürülecek diye tamamladı sözlerini. Hepimiz, beynimizde buruk bir tat, kadeh kaldırdık. Hatta alkışlayanlarımız bile oldu. Şeyda biraz mahcup, çevresine bakındı. Kimse ona itiraz etmedi nedense. Daha doğrusu kaldırımdaki masaları dolaşan keman, darbuka ve klarnetten oluşan saz heyeti içeri girmiş, masamızın yanında Şeyda'nın konuşmasının bitmesini beklemiş, kadehler de kalkınca, bir şey kutladığımızı düşünerek oynak bir havaya giriş yapmıştı. Kıvırcık saçlar, esmer tenler, karcığar peşrev, ızgarada çipura, ışıkları yanıp sönerek geçen polis arabası, hardallı, sarmısaklı bira ve rakı kokusu. Al sana güzel bir yanıt dedim içimden. Meryem, yanında oturan Burhan Usta'nın eşiyle koyu bir sohbete dalma eğilimindeydi. Biri, galiba Nergis, masaların arasına sızmaya çalışan karabaşla kibar bir diyaloğa girişmiş olan garsonu gösterip gülüyordu.
Sayfa 128 - KiracıKitabı okudu
Şeyda'nın aklından soğuk, tenha, gri istasyonlar geçsin, mektuplarında teşvik ettiği eylemin ağır bir yenilgiyle sonuçlanacağına hükmedip, o mektupları kimseye göndermediğine şükretsin, hepimizin babalarımızın, dedelerimizin tarih boyu çok korkutulduğunu, çok çok örselendiğini, bu yüzden çocuklara sofralarda konuşmanın gülmenin günah olduğunu öğrettiklerini bilsin, sonra dönüp bana gülümsesin istedim. Bunu istedim, içimden!
Sayfa 127 - KiracıKitabı okudu
456 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.