Gerçekten ölümsüz olmak ister miydim?
İlk sayfalarda ölümün bir anda ortadan kaybolması, tuhaf bir şekilde beni heyecanlandırdı. Bir düşünsenize, kimse ölmüyor. Ne büyük bir mucize, değil mi? Ama işte Saramago tam burada tokadı indiriyor: Ölümün yokluğu aslında bir kaos.
Kitabı okurken zaman zaman kendimi hem okur hem de karakterlerin yerinde bir tanık gibi hissettim. Ölümün olmadığı bir toplumda huzur yoktu, anlam yoktu. İnsanlar yaşlanıyor, çürüyor ama ölemiyor. Bu durum beni rahatsız etti; neredeyse huzursuzluk veren bir ütopyaydı bu. Hayatın sonluluğu, sanırım onun tek anlamı. Bunu en iyi Saramago’nun ironisiyle, zaman zaman gülümseten ama bir yandan içimi burkan anlatımıyla fark ettim.
En çok etkilendiğim kısımsa, ölümün bir karakter olarak karşımıza çıktığı bölüm oldu. Ölüm, mavi zarflar gönderiyor. Düşünsene, ölümden bir mektup almak… Korkunç ama bir o kadar da kesin. Derken ölüm bir müzisyene âşık oluyor. Sanki ölümün bile duyguları olabileceğini kabullenmek zorunda kalıyoruz. İşte burada kalbim bir duraksadı .Ölüm bile sevebiliyorsa dedim yaşam ne kadar kırılgan ve şiirsel olmalı..
Saramago’nun noktalamasız, uzun cümleleri her kitabında olduğu gibi bu eserinde de biraz yordu .
Cevabım net:
Hayır, ölümsüzlük bana çekici gelmiyor. Ama bir yandan içimde tarifsiz bir dilek var: Keşke anne babalarımız, sevdiklerimiz ölümsüz olsaydı… Çünkü onları her anlamda kaybetmek çok zor .. Bitirdiğimde hem hafif hem ağır hissediyordum.
Çünkü ölüm vardı. Bir varmış, bir yokmuş…
Allah her şeye hem tanık,
hem hâkim, hem de merhametiyle kuşatan…
Kalpte gizlenen niyeti de, dilde söylenmeyeni de bilir.
O'ndan gizli hiçbir şey yoktur.
| Güven Taşdemir
“Topkapı Sarayı’nın koridorlarında sadece padişahlar değil, gölgeler de hüküm sürerdi. Ve bazen en çok bilen, en sessiz olan olurdu...”
Görkemli Osmanlı sarayının acı dolu koridorlarının sessiz duvarları dile gelseydi, muhtemelen karşımıza tam da böyle bir kitap çıkardı. Engereğin Gözü’nü tamamen tarih kitabı olarak tanımlamak doğru olmaz; Zülfü Livaneli, tarihi sadece güçlü bir arka plan olarak kullanmış.
Kitaptaki karakterlerin isimlerini vermemesi ise fikrimce bilinçli bir tercih. Böylece bizi belli kişilerden çok onların iç dünyalarına, ruhsal halleri ve karakter özelliklerine odaklanmaya davet ediyor. Bu sayede her karakter salt bir figür olmaktan çıkıp evrensel insan duygularını, iktidar oyunlarını, hırsı ve çaresizliği temsil eden birer simgeye dönüşüyor.
Livaneli, sarayın ihtişamlı görüntüsünün ardındaki karanlık ilişkileri, entrikaları ve sessiz mücadeleleri gözler önüne sererken; hadım bir ağanın gözünden anlatılan bu hikâye, cinsiyet, güç ve aidiyet kavramlarını da ustalıkla sorgulatıyor.
Okurken sadece Osmanlı tarihine değil, insanın iç dünyasındaki karmaşaya, hırs ve yalnızlığa, sessizliğin altında gizlenen büyük hesaplaşmalara tanık oluyorsunuz.
Zülfü Livaneli, benim en sevdiğim yazarlar arasında. Dili, anlatımı, konu seçimleriyle kusursuz eserler koyuyor ortaya. Engereğin Gözü ise onun en güçlü eserlerinden biri olarak birçok ödüle layık görüldü ve uzun süre edebiyat dünyasında konuşuldu.
Tavsiyemdir, okuyun.
Engereğin GözüZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 201919bin okunma