Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
...kanılarımıza ve aklımızın buyruklarına uygun hale getireceğiz diye, Kutsal Kitap'ın zihniyetiyle oynamaya hakkımız yok. Tam tersine, Kutsal Kitap bilgisi yalnızca yine ondan çıkarılabilir.
Sayfa 138
Tanrı Adem'e, kötünün karşıtı olduğu için değil, iyi olduğu için iyiyi aramasını ve iyi davranmasını buyurdu. Bir başka deyişle, kötülükten korktuğu için değil, iyi olanı sevdiği için iyiyi aramasını emretti...
Sayfa 103 - Dost Kitabevi
Reklam
Eski Antlaşma'da hiç kimse Tanrı hakkında Süleyman'dan daha akılcı biçimde sözetmedi. O, sahip olduğu tabii ışıkla, zamanındaki insanları kat kat aşmıştı. Bu yüzden yasanın üzerinde olduğuna karar verdi (çünkü yasa yalnızca akıldan ve tabii anlama yeteneğiyle çıkarılacak derslerden yoksun olanalr için iletilmiştir). Krala ilişkin olan yasaları ve özellikle, bunlar arasında en önemli üç yasayı hor gördü. Dahası unları çiğnedi de (yine de bu açıdan hata yaptı ve bir filozofa yakışmayan biçimde davrandı; özellikle de kendisini hazların kucağına bıraktığında). Tüm dünya nimetlerinin boş, bomboş olduğunu, insanların anlama yeteneğinden daha değerli hiçbir şeye sahip olamayacağını ve ahmaklıktan daha beter bir cezaya çarptırılamayacağını öğretti.
Sayfa 79 - Dost Kitabevi
İlk vahiy gelen insan olan Adem, Tanrı'nın her yerde bulunduğundan ve her şeyi bildiğinden habersizdi. Çünkü o Tanrı'dan saklandı ve Tanrı'nın önünde, sanki bir insanın karşısındaymışçasına,günahını affettirmeye çabaladı. Bu nedenle vahiy de ona, kavrama yeteneğine göre geldi; sanki Tanrı her yerde olmayan, Adem'in nerede bulunduğundan ve günahından habersizmiş gibi... Gerçekten de Adem, Aden bahçesinde dolaşan, onu çağıran ve nerede olduğunu soran Tanrı'yı işitti ya da işittiğini sandı. Sonra Tanrı onun utancını görünce, yasak ağacın meyvasını yiyip yemediğini sordu. Demek ki Adem, her şeyin yaratıcısı olması dışında, Tanrı'nın başka hiçbir özniteliğini tanımıyordu.
Sayfa 75 - Dost Kitabevi
Tanrı yalnızca peygamberin bilgisinin derinliği ve yeteneği oranında zarif, özlü, ciddi, kaba, sözü uzatan ya da karanlık bir üsluba sahip olabilir. Aynı anlamı taşısalar bile peygamberlik tasvirleri ve simgeler de değişiyordu. Tapınağı terk eden Tanrı'nı görkemi, Yeşaya'ya ilişkin bölümde, Hezekiel'inkine göre farl-klı tasvir edilmiştir. Hahamlar bu iki tasvirin aynı olduğunu, ama kırdan gelen biri olarak Hezekiel'i son derece şaşırttığını ve onun da sonrasında, olup bitenleri ayrıntılarıyla anlattığını iddia ederler. Yine bana kalırsa bütün bunları uyduruyorlar; eğer bu konuda kesinlik kazanmış bir geleneğe dayanmıyorlarsa... Böyle olduğunu da sanmıyorum. Gerçekten de Yeşaya altı kanatlı Seraflar, Hezekiel dört kanatlı hayvanlar gördü. Yeşaya, Tanrı'yı giysili ve tahtında otururken, Hezekiel ise birateş olarak gördü. Hiç kuşku yok, ikisi de Tanrı'yı nasıl hayal etmeye alışmışsa öyle gördüler.
Sayfa 72 - Dost Kitabevi
Peygamberlikte belirtilere dayalı kesinlik matematiksel bir kesinlik değil yalnızca ahlâki kesinliktir ve belirtiler salt peygamberin ikna olması için gönderilmiştir. Dolayısıyla bunlar peygamberin fikirleri ve yeteneğine göre de yollanmıştır. Öyle ki bir peygamberi, peygamberliğinin kesinliğinden emin kılan belirti, farklı fikirleri olan bir başka peygamberi asla ikna edemeyecekti. Bu nedenle belirtiler her peygamberde farklılaşıyordu.
Sayfa 70 - Dost Kitabevi
Reklam
Heyhat! Olaylar öyle bir noktaya geldi ki, Tanrı hakkında hiçbir ideye sahip olmadıklarını ve onu yalnızca (nedenlerinden habersiz oldukları) yaratılmış olan şeylerden ötürü tanıdıklarını açık açık itiraf edenler, felsefecileri tanrıtanımazlıkla suçlamaya utanmıyorlar.
Sayfa 68 - Dost Kitabevi
İfade özgürlüğünün önündeki duvarlar kaldırılmadan demokrasinin savunulamayacağını, demokrasinin insan tabiatına en uygun rejim olduğunu demokratik bir siyasi bütünün gerçek amacının özgürlük olduğunu, Spinoza, yüzyıllar önce söylemişti. Modern zihniyetle kavga etmenin,insanı bir kölelikten kurtarıp başka bir köleliğin kucağına düşürmek anlamına gelmediğini de... Bir gün, yorum yetkisini kendine yontan bir azınlığın, çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan değerler ve kutsallıklara gönderme yapmaksızın kendimizi var edebildiğimizde, yürünmesi zor ve cesaret isteyen demokrasi zemininde güçlü adımlar atabileceğiz. Bunun için tekil varoluşların görünür olmaları, kendilerini ifade edebilmeleri gerekir. Demokrasi mücadelesi de işte burada başlar: İfade özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmadıkça, demokrasi bir efsaneden ibaret kalacaktır. ( Önsöz: 17.Yüzyıldan Günümüze Bir İfade Özgürlüğü Çağrısı-Reyda Ergün)
Sayfa 38 - Dost Kitabevi
İnsan tabiatına en aykırı olan şey, insanın, eşiti olarak gördüğünün hâkimiyeti altına girmesi ve ona neyin doğru olduğunun söylenmesidir. Bu nedenle, insanların bir şey düşünüp başka şey söylemek zorunda kaldıkları rejimler, insan tabiatına en aykırı rejimlerdir. En büyük projesi, üst kimlik inşası olan modern zihniyet, kendisine yabancı olanı insana dayattıkça, kimliklerin giderek parçalanmasına neden olur. Yok sayılan, aslında yok edilemeyeceğinden, insan tabiatı kendi mecrasında akmaya devam eder. Güç ilişkileri dönüşerek varlığını sürdürür. Modern zihniyetin ve çözümlerinin sorgulandığı yerde, sorulacak soru basittir: Onun zorlayıcılığı ortadan kalktığında, yerine ne konulacaktır? ( Önsöz: 17.Yüzyıldan Günümüze Bir İfade Özgürlüğü Çağrısı-Reyda Ergün)
Sayfa 37 - Dost Kitabevi
İnsanlar düşünür ve düşündüklerini çeşitli yollarla ifade ederler. Bu, onu insan olmaktan çıkarmadıkça, insandan alınamayacak bir niteliktir; insan tabiatının bir gereğidir, evrensel bir tabiat yasasıdır, tabii zorunlulukla belirlenmiştir. İnsanın bu özelliklerini baskı altına almaya çalışmak, insan üzerimde en acımasız şiddeti uygulamak anlamına gelir. Ayrıca yararsızdır da; aynı insan tabiatı, böyle bir şiddeti uzun süre kaldıramayacağından, bu tarz baskıların uygulanması asla uzun süreli olmayacaktır. Bunu en baskıcı rejimlerin başındakiler de bilir ve ellerinden geldiğince yapıp ettiklerine meşru bir zemin oluşturmaya çalışırlar. Bunun en iyi yolu da, insanları boş inançların pençesine en çok düşürebilecekleri anda yakalamak, onları korkuyla dize getirmektir. Nerede bir korku siyaseti güdülüyorsa, orada köleliğin en kötü biçimi vardır. İnsanlar özgürlüklerinin peşinden koşuyormuşçasına, köle olmak için cana atar. Diğer yandan insanların toplum içinde yaşayıp bir siyasi yapı oluşturmalarının nedeni, birbirinin kurdu olmaları değildir. Aksine, politik gücü ellerinde bulunduranların güttükleri korku siyaseti nedeniyle birbirlerinin düşmanı haline gelirler. Korkunun pençesine düşmüş kalabalığı, sağduyuyla onu korkudan kurtarmaya çalışan insanların üzerine saldırtmaktan daha kolay bir şey yoktur. Böylece ifade özgürlüğü iki düzlemde kullanılamaz hale getirilir: Korkuyla insanların zihinleri bulandırılarak ve sağduyunun sesi olmaya çalışanların seslerini kalabalıkla paylaşması engellenerek... ( Önsöz: 17.Yüzyıldan Günümüze Bir İfade Özgürlüğü Çağrısı-Reyda Ergün)
Sayfa 36 - Dost Kitabevi
Geri170
1.064 öğeden 1.051 ile 1.064 arasındakiler gösteriliyor.