Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç konuşabilir bizimle: Sus! Bana bak! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler. Bırak konuşsun içindeki tanrı, o zaman susacaklar. Yolun seni anandan ve yurdundan uzaklaştırdığı için endişelisin. Ama attığın her adım, her yeni gün seni anana yaklaştırır. Orası ya da şurası değildir yurdun. Yurt ya içindedir ya da hiçbir yerde.
Biz hepimiz yalnızlıktan yapılmış birer baş dönmesiyiz. Her şeye sahip olduğumuz sanısı, her şeye gücümüzün yeteceği yanılsaması, her şeyin etrafımızda döndüğü kuruntusu…
Şimdi ben yalnızım. İstanbul yalnız. Konyaaltı yalnız. Sevgi, yoksul. Öfke, aptal. Merhamet, kimsesiz. Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz.
Yalnızlık her yerden ses veriyor. Bunaldım diyorum, herkes biraz daha kabuğunun içinde. Bir elim ötekinde çırpınıyor. İnsanın yalnız ağlaması ne kadar acıymış.
Biz, can evimizden bir salkım sevinç gönderdik, siz o sevincimizi çığlığa çevirdiniz. Ölümle çevirdiniz, gözyaşıyla çevirdiniz, yalnızlıkla çevirdiniz, öfkeyle çevirdiniz…ama asla korkuyla değil. Korku sizin varlığınızın mayasıdır, bizim değil.