biraz önce abim geldi, yüzü kararmış yine, korkunç hüzünlü görünüyor. "sarhoş musun?" dedim, "içmeden."
dedi. bana kızmaya gelmiş, koru üflediğim için. "suzan'ı
unutmak kolay mı oldu, unuttum mu sanıyorsun?" dedi. "nasıl mücadele ettim kendimle biliyor musun? günde
iki üç mektup yazıyordu. bir okusan başın döner güzelliğinden. açmadan cebimde gezdiriyordum. iyice sarhoş olunca yırtıyordum. sonra dayanamayıp parçalarını birleştirmeye, okumaya çalışıyordum. geberesiye ağlıyordum parçalara bakarken. şantiyede ırgat gibi çalışıyordum,
yorgun düşeyim de aklıma gelmesin diye. eve gelince bir şişe votka içip sızıyordum. gözlerimi kamaştıran inancımı kaybedince gördüm suzan'ın aşkının büyüklüğünü."
boş boş baktım abimin yüzüne. büyük aşktan korkan küçük adam.
bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
şöyle diyebilirim: "gece yıldızla dolu
ve yıldızlar, masmavi, titreşiyor uzakta."
şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgârı
bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara
kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece
kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında
sevdi beni o, ben de bir ara onu sevdim
o durgun, iri gözler sevilmez miydi ama
bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
yokluğunu düşünüp yitmesine yanmakla
sesim arar rüzgârı ulaşmak için ona.
...
yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca.
belki bana verdiği son acıdır bu acı,
belki son şiirdir bu yazdığım ona.
bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. koşuyordu. koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. koşmalıydı. oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri. bütün dileği et ve kandı, istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.