Bir nesneye baktığımızda genelde onu görmeyiz; çünkü gördüğümüz, nesne ile kendimiz arasına koyduğumuz uzlaşılardır, yaşamı kolaylaştırmak uğruna, nesneyi tanımaya ve diğerlerinden ayırt etmeye olanak tanıyan, uzlaşmış göstergelerdir.
Mukayese aklın işiydi, gönlün değil. Gönül bir seferde verirdi hükmünü ve o hüküm gerçekten sana ait olurdu. Oysa aklın verdiği hükmün içinde, senden başka yüz bin kişiye ait yüz bin nas olmak zorundaydı.(..) Gönül katiyen ‘Ne yapacağım?’ diye sormazdı kendine. Yapardı.
Dibini görmediğin bir ırmağın derinliğini, düşünmekle anlayamazdın. Ya oturup manyak gibi düşünecek, ya da gözünü karartıp yürümeye başlayacaktın karşı kıyıya doğru. Düşüncelerin ırmağın görünmeyen yüzünü açıklayamazdı sana. Biraz bahtına biraz da hislerine güvenecektin.
Gözün, hiç ışık kaynağı olmayan bir karanlığın içinde alışsa alışsa karanlığa alışacağını, ama istediği kadar alışsın, hiçbir halt görmeyeceğini anlamaya başlıyordu.