O akşam sordum: "Sen zencileri mi savunuyorsun, Atticus?"
"Elbette savunuyorum. Zenci deme, Scout. Bu kabalıktır."
"Okulda herkes öyle diyor."
"Bundan böyle o herkesten biri öyle söyleyemeyecek."
"E peki, benim böyle konuşarak büyümemi istemiyorsan, o zaman neden okula gönderiyorsun?"
Onu kollarımda tutmak ne büyük mutluluktu Allahım! Dünyanın derinliğini, güzelliğini, sınırsızlığını hissettim. Göğsü göğsüme, başı omzuma dayanmıştı; onu değil, bütün dünyayı kucaklamışım gibi geldi bana.
Onu birazcık daha az düşünebilmeyi, zamanla onu unutabilmeyi başardığıma inanabilmeyi ne de çok isterdim! Onu düşünmediğim dakika artık çok azdı, daha doğrusu hiç yoktu.
"Her akıllı insan hayatın güzel bir şey olduğunu, amacının da mutlu olmak olduğunu bilir."
"Ama sonra yalnızca aptallar mutlu olur. Nasıl izah edeceğiz bunu?"
"Bana yalan söylemeni isterdim aslında... Çünkü insan ancak kaybetmekten çok korktuğu bir şey için yalan söyler"
Senin için yalan söylüyorum elbette... Ama sana yalan söylemiyorum.
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar... Su kenarında
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.
Mekanı cennet olsun.
Lev Tolstoy’un Anna Karanina romanı şöyle başlar; “Bütün mutluluklar birbirine benzer fakat, mutsuzluğun kendine has bir hikayesi vardır.” Mutsuzluğun kendi zatında uzun, lirik bir hikayesi vardır. Yaşayanlar bilir.